Ana içeriğe atla

ÖZGÜRLÜKLER VE KANALLAR ŞEHRİ AMSTERDAM




ÖZGÜRLÜKLER VE KANALLAR ŞEHRİ AMSTERDAM

178 farklı etnik kökenin beraberinde getirdiği farklı kültür, inanç ve yaşam biçimiyle başka hiçbir
şehirde bulamayacağınız özgürlükler diyarı olan Amsterdam, Hollanda’nın başkentidir. Ama ülke hükümetin ve meclisin bulunduğu Lahey’den yönetilir. Deniz seviyesinin 6,7 metre altında olup kanalları (165 kanal, 1281 köprü ve 90 adaya sahip), tarihi evleri, yel değirmenleri, peynirleri, Holstein İnekleri, laleleri, müzeleri ve insan sayısından daha fazla olan bisikletleriyle ünlü...
Seyahat için genellikle yaz ayları ya da 27 Nisan ‘’Kral Günü’’(önceleri Queen’s Day olarak yapılan ve her yerin turuncuya dönüştüğü, ülkenin en büyük festivali. 2014 yılından bu yana Kral Willem Alexander tahtta ve King’s Day olarak adlandırılıyor) tercih edilse de biz, bu kez Şubat ayında birkaç günümüzü Amsterdam’da geçirmek istedik. Hava koşulları İstanbul’dan pek farklı değildi (5-6 C derece) ve uygun kıyafet seçimiyle çok da etkilenmedik.

CENTRAAL STATİON’a yakın otelleri tercih etmeniz ulaşım için inanılmaz kolaylık sağlayacak. Biz hem havaalanı ulaşımında hem de şehri yürüyerek keşfetme konusunda bu seçimimizin çok yararını gördük. Centraal Station binası etkileyici mimarisi ile Amsterdam’la ilk tanışılan ve ilk fotoğraf karelerini çektiğiniz yer olacak. Bina içerisinde bulunan piyano, ülkenin sanata verdiği önemi daha ilk bakışta gösterdiği gibi yeteneklerini sergilemek isteyenler için de güzel bir fırsat sunmakta...
Ayrıca buradaki mağaza, market ve kafelerin acil gereksinimlerinizde yanı başınızda olmasının rahatlığını da yaşayacaksınız.

ulaşım bilet fiyatları
Amsterdam Kart, ulaşım ve müze girişleri için avantaj sağlayabilir. Günlük kart 57, iki günlük 67, üç günlük olanı ise 73 Euro.  Şehir içi ulaşım, müze girişleri ve kanal turunu bu kartlar ile gerçekleştirebilirsiniz. (havaalanı tren ve otobüs ulaşımını kapsamıyor) Yine Holland pass, müze kart ya da sınırsız ulaşım kartını kaldığınız yere ve önceliklerinize göre tercih edebilirsiniz.
İyi bir planlama yaparsanız 3-4 günde hem müzeleri hem de kent sokaklarını keşfe çıkarak alış-veriş yapabilir, yel değirmenleri bölgesini hatta Lahey’i de görebilirsiniz.
 Amsterdam ismini, kenarına kurulduğu Amstel Nehrinden ve deniz suyuyla nehir suyunun karışmasını önlemek için yapılan ''DAM'' adı verilen  barajlardan alır. Şehir deniz seviyesinin altında olduğundan suyu tahliye etmek için sürekli kanallar açılmış. Kanal uzunluğu ve köprü sayısında bir diğer kanallar şehri Venedik’i geçse de kanal ve ada sayısında geride kalmış.
Bu nedenle, Amsterdam’da önce romantik kanal turu yapmaya karar verip 16 Euroya 1 saatlik tur için biletlerimizi alıyoruz. (İnternetten 14 Euro ya bulmak da mümkün) Türkçe anlatımın da olduğu kulaklıkla şehir hakkında genel bilgiler verilmekte...


İlk bakışta kanallar boyunca yan yana dizili, tarihi 1200’lü yıllara dayanan sevimli Hollanda evleri gözünüze çarpacak. Güzelliği kadar çamura ve deniz kumuna oturan temelleri yüzünden öne arkaya ya da yana doğru eğilmiş olması eminim sizi de endişelendirecek. Önceleri yıkılması düşünülse de halk bizim kültür mirasımız deyip yıkımına onay vermemiş. Bir diğer detay da evlerin eni ölçülerek vergiler belirlendiğinden, ince uzun yapılmaları tercih edilmiş. Ama dar merdivenler üst katlara eşya taşımayı çok zorlaştırınca her evin çatı katına yük çekmek için bir manivela sistemi kurulmuş. Geniş evler aynı zamanda zenginliğin de göstergesiymiş. Kısaca geçmişin zorunluluğu bu günün tarihi ve kültürel güzelliğini oluşturmuş.


Arazinin az ve çok değerli olması sebebiyle konut ihtiyacını karşılamak için geliştirilen ‘‘HAUSEBOAT’’ yani ''tekne evler'' de Amsterdam’ın karakteristik özelliklerinden.(Restore edilmiş 100 yaşını geçen teknelerin yanında dubalar üzerinde konut işlevli yapılanları da var.) Elektrik, su gibi her türlü imkana sahip bu evlerin yüzmelerine artık izin verilmiyor. Günümüzde ise tekne evler, yaşam biçimi olarak tercih edilmekte. Fiyatları 400-500 bin Euroları bulan bu kanal evlerinin, otelcilik hizmeti verenleri de mevcut. İsterseniz ‘’Hausboat Müzeum’’u 4,5 Euroya gezip bu evleri yakından görebilirsiniz.
İnsan nüfusundan daha fazla bisiklet sayısına sahip olan Amsterdam, aynı zamanda kanala
düşenleriyle de tam bir bisiklet çöplüğü. Neredeyse yolların bir şeridi bisikletliler için ayrılmış. Asla ve kat’a bu yollarda yürümemeniz, çok dikkatli olmanız gerekiyor. Şahsen ben, haberlerde gördüğüm ‘’yaşlı bir kadını iten Amsterdamlı bisikletliyi’’ hiç aklımdan çıkarmadan dolaştım. Hırsızlığın ve park yeri bulmanın da çok zor olduğu Amsterdam’ın, ‘’bisiklet cenneti mi yoksa cehennemi mi’’  olduğuna karar veremedim ama siz bu keyfi özgürce yaşayın derim. Ne de olsa Amsterdam’da trafiğin hükümdarı siz olacaksınız...!

ZAANSE SCHAN’da yel değirmenlerini ve kültürel mirasın izlerini bulacağınız açıkhava müzesi olan köyü göreceksiniz. Buraya otobüsle (Centraal Station otobüs garı, L platformu 391 no’lu otobüs. Tek yön 6, günlük bilet ise 11,5 Euro) 40 dakika kadar süren kültürel miras güzergahından kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Yol boyunca yer alan köy evleri ve küçük yerleşim yerlerini izlemek pek keyifli. Yine bu bölgeye trenle de gitmeniz mümkün ama yel değirmenlerine ulaşmak için epeyce yürümeniz gerekecek. Her 11 Mayıs’ta kutlanan geleneksel ‘’Ulusal Yel Değirmeni Günleri’’ bile var. Buğday öğütmek ve fazla suyu çekmek  amacıyla yapılan değirmenler bu gün hala çalışmakta.  
  
 Zaanse Schan’da Hollanda’nın meşhur tahta ayakkabılarının geçmişini görebileceğiniz  müzeyi gezip ayakkabı yapımını izleyebilir, hediyelik eşya mağazasından da satın alabilirsiniz. Yine  kültürel mirasın tanıtıldığı bu köyde mutfak müzesinde buraya özgü bademli kurabiye, elmalı tart ya da kişlerden alıp kahve eşliğinde oturup yiyebilirsiniz. Cheese& More by Henri Willig’de peynir yapımını görüp tadım yapabilirsiniz. Ama alış-veriş için Amsterdam içindeki mağazaları tercih etmek taşıma açısından daha elverişli.
Aynı zamanda hediyelik eşya mağazası da olan tarçın değirmeninin içindeki taşların nasıl döndüğünü izleyip fikir sahibi olabileceğiniz gibi ünlü tarçınlı ballı  Dutch Stroopwafel’ı (Hollandaya özgü küçük wafel) tam yerinden almanın keyfini de yaşayabilirsiniz. (Amsterdam Lezzetleri için tıklayınız)

 Zaanse Schan'da otlayan koyunlarda pek sevimli ve sanki bana poz veriyor gibiler. Acaba Holstein İneklerinden sonra koyunlarını da mı ülkemize getirsek diye düşünmedim değil...!!!?

MUSEUMPLEİN: Müze cenneti olan Amsterdam’ın en ünlü müzelerini bu meydanda bulacaksınız.

RİJKSMUSEUM: Dünyaca ünlü Hollandalı sanatçıların eserlerinin bulunduğu Ulusal Sanat Galerisi Rijk’e giriş 17,50 Euro. 1800 yılında Laheyde kurulan müze, 1808 de Hollanda Kralı Louis Bonaparte’ın (Napolyon Bonaparte’ın kardeşi) emriyle Amsterdam’a taşınmış. Burası Hollanda Altın  Çağına ait geniş bir tablo koleksiyonuna ve Asya sanatı eserlerine sahip büyük bir müze olduğundan bence en az 4-5 saatinizi ayırmalısınız.

 Rembrandt’ ın, ‘’The Night Watch’’ adlı ünlü tablosunu görme ayrıcalığına da sahip olacağınız müzede ülkenin en büyük sanat tarihi kütüphanesi de bulunmakta...
Karaca reklamı ve Tuba Ünsal sayesinde ülkemizin en ücra köşesinde bile tanınan Hollanda’lı ressam Jonathan Vermeer’in ünlü eseri ‘’İnci Küpeli Kız’’ı görmek içinse Lahey’e gitmeniz gerekiyor. (Lahey, trenle Centraal Station’dan 45 dakika uzaklıkta. İlk seyahatimizde ünlü tabloyu yerinde gördüğümüz için bu sefer programa almadık)

Patates yiyenler
VAN GOGH MÜSEUM: Kendi eserleri kadar, etkilendiği ve kendisinden etkilenen ressamların da tablolarını görebileceğiniz en popüler müzelerden biridir. 1973 yılında açılan müze, Van Gogh’a ait en geniş koleksiyona sahip. Yalnız ünlü ‘’Ayçiçekleri’’ tablosu bakımda olduğundan görme şerefine nail olamadık. 19 Euro ya gezebileceğiniz müzede sanatçının kardeşi Theo’ya yazdığı mektupları ve bazı özel eşyalarını görebileceğiniz gibi ruh halini yansıtan, sanat yaşamının izlerini de  keşfedeceksiniz.


Van Gogh'un odası
Van Gogh Portre











Bu bölgede adını 17. Yüzyıl şairi Joost Van Del Vondel’den alan ‘’VONDELPARK’’ 1864 yılında bir grup hayırsever tarafından kurulmuş. Özellikle yaz aylarında birçok etkinliğin düzenlendiği parkta spor yapanları ve bisiklet kullananları izleyebilir, yeşile doyup rahatlayabilirsiniz.

DAM MEYDANI: Şehrin ana meydanı hatta kalbi diyebileceğimiz bu meydandaki görkemli yapı, 1655 yılında belediye binası olarak yapılıp 1808 de  Kraliyet Sarayına dönüştürülmüş. Burada ki eşyalar Kral Louis Bonaparte zamanından kalma. Kendisi iyi bilmediği Flamanca konuşma merakıyla halka seslenirken ‘’kralınızım'' yerine ''tavşanınızım’’ demesiyle ünlü!!! (Napolyon 1797 yılında Hollanda’yı işgal edince kardeşi Louis’i kral olarak atar. Flamanlar, Waterloo’da baraj kapaklarını açarak Fransızları suda boğup savaşı kazanır ve 1815 de Hollanda Krallığı kurulur.)
Buradaki gotik kilise ‘’NİEWE KERK’’ her ne kadar yeni kilise olarak adlandırılsa da geçmişi 14. Yüzyıla dayanmakta. 15. Yüzyıldan bu yana kraliyet ailesinin taç giyme törenleri burada yapılmış. Giriş ücretinin 10 Euro olduğu kilise, 1979 yılında kraliyet törenleri ile müzik resitalleri ve sergilere ev sahipliği yapan kültür merkezine dönüştürülmüş.

II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedenler anısına 1956 yılında yapılan ULUSAL ANITı ve dünyaca ünlü balmumu müzesinin Amsterdam şubesi MADAM TUSSAUDS Müzesini de bu meydanda görebilirsiniz.

Yine Dam Meydanında yer alan ve önceleri postane olarak kullanılan '’Magna Plaza’’ alış-veriş merkezi gotik mimarisi ile dikkat çekiyor.

ANNE FRANK HAUS: Anne Frank ve ailesinin II. Dünya Savaşında Nazilerin
zulmünden kaçabilmek için saklandıkları ev, eminim sizleri de çok etkileyecek. 14 yaşındaki Anne’in,  ailesi ve 4 komşusunun, işyerlerinin  gizli bir bölmeyle ayrılan üst katında, 2 yıl süren zorlu yaşamlarını anlattığı günlükleri ‘’best seller’’ olur. 1959 yılında da filmi çekilir. ‘’Anne Frank’ın Hatıra Defteri’’nin Charlton Heston’lu Ben-Hur’u karşısında pek şansı olmasa da en iyi yardımcı kadın ve en iyi görüntü yönetmeni Oskarını alır. Orjinal günlük ve Oskar heykelciği de burada sergilenmekte. Baba Otto Frank dışında herkesin toplama kamplarında hayatını kaybettiği  bu trajik yaşamı daha iyi anlayabilmek için gitmeden günlükleri okuyun ya da filmini izleyin derim. Daha önceki seyahatimizde çok uzun bilet kuyruğu nedeniyle yapamadığımız müze ziyaretimizi, bu sefer online biletle (10 Euro) hazırlıklı gelerek kolaylıkla gerçekleştirdik. ( Zaten artık biletleri yalnızca online satın alabiliyorsunuz.)

BEGİJNHOF: Amsterdam’ın en eski evi olduğuna inanılan, tarihi 1200’lere dayanan Het  Houten Huis ve orjinal ortaçağ kulesiyle, manastır yemini etmedikleri halde rahibe hayatı yaşayan Katolik Kardeşler Birliği’ne ev sahipliği yapmış. Bugün öğrenciler ve yaşlı hanımların kaldığı bu bölgede sessiz olmaya dikkat edin...

BLOEMENMARKT: 1862 yılında önceleri kendi arazilerinde ürettikleri çiçekleri Amstel nehri üzerinden getirip teknelerde satan çiftçiler, yüzer Pazar oluşturmuşlar. Bu gün ise Singel Kanalı üzerinde sabit stantlar halinde bulunan çiçek pazarında uygun fiyata lale soğanı bulabileceğiniz gibi hediyelik eşya da almanız mümkün.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan hediye edilen lale soğanlarını soğan sanıp yiyen, fazlasını da yetiştirmek için bahçesine diken diplomatla Hollanda’ya taşınan lalemiz, açık artırmalara konu olup borsası bile kurulur. Bizim sahip çıkamadığımız laleyle adeta özdeşleşen Hollanda, bugün dünyanın en büyük üreticisi konumunda...

RED LİGHT DİSTRİCT: Normalde ota ve (.......) değinmeyi istemem ama söz konusu Amsterdam’sa anlatmadan geçemeyiz. Şehrin en eski kesimi olan sıra dışı yerleşim bölgesinin asıl adı Da Wallen. 13. Yüzyıl’a kadar uzanan geçmişiyle bu bölgede ot satışı ve fahişelik, devlet kontrolünde serbest bırakılmış.
Her limanda bir sevgili edinen ah bu gemiciler yok mu (?) Asıl sorumlu onlar bence...!  Arz - talep meselesiyle dünyanın en eski mesleği bu bölgede başlamış deseler de inanmayın. Çünkü  günahlar şehri POMPEİ’nin bu konudaki ünü taa antik çağlara dayanıyor.!!!
Neyse efendim, bu evlerin kapısına asılan fenerlerin kırmızı ışığıyla ‘’Kırmızı Fener Mahallesi’’ de deniliyor. Kırmızı ışıklı, camekanlı odaların önünde arz-ı endam eyleyen çalışanlar bende üzüntü yaratsa da kendilerinin sağlık ve güvenlik  açısından mutlu oldukları söyleniyor. Günümüzde Hollandalılardan ziyade Uzakdoğu ve Doğu Avrupa ülkelerinden gelenler çalışıyormuş. Gece yaşamı hareketli olan bölgede gündüzleri meraklı turist kalabalıklarını görmek mümkün.

Yine bu bölgede yürürken ''ay çok yoruldum, bir soluklanıp yorgunluk kahvesi içeyim'' derseniz ot satışı yapılan bir kafeye denk gelme olasılığınız çok yüksek. Ben uyarımı yapıyorum, gerisini siz bilirsiniz...!
Serbest olmasına rağmen Hollanda halkının neredeyse 0/0 85 i hiç uyuşturucu madde kullanmamış. İlk açılanı ve en ünlüsü ‘’The Bulldog’’ isimli olanı. Bu tarz kafeler ‘’cofeeshop’’ diye birleşik yazılıyor ve önünden geçerken bizdeki nargileciler gibi kokular geliyor burnunuza. Bu kafelerde alkol satışı yasak ve 18 yaş altı kimseyi içeri almıyorlar.

Bu kadar günahın olduğu yerde başka ne olabilir? Tabii ki bir kilise...!


OUDE KERK: 1213 yılında yapılmış şehrin en eski kilisesi. Zamanında  burada yaşayanları günahlarından arınmaya davet etse de bugün içindeki büyük körüklü orgu, brokarlı sütunları, kule külahı ve eski sakritsinin (antik çağda kıymetli kilise eşyalarının konduğu oda) kırmızı kapısıyla turistlerin en önemli uğrak noktalarından biri. Vitrayları ve merhamet sandalyeleriyle de ünlü olan kiliseye giriş 10 Euro ve ünlü ressam Rembrandt’ın ilk eşi Saskia’nın ebedi istirahatgahı da burada.
Ayrıca kilisenin ana kapısı önünde yerde bulunan kabartma sanat eseri de çok ilginç. Sanki ‘’günahlarını dışarıda bırak, gel arın’’ der gibi...?

REMBRANDTHUİS: Ünlü ressamın 1639-1660 yılları arasında oturduğu evi, 1911 yılından bu yana hayatı ve eserleri hakkında bilgi alabileceğiniz bir müze ve kongre merkezi.

HEİNEKEN EXPERİENCE: Dünyanın en büyük üç bira üreticisinden biri olan markanın 1867 yılında kurulan eski fabrika binası, bugün milyonlarca insan tarafından ziyaret edilen interaktif bir müze olarak yoluna devam etmekte. 16 Euro karşılığında 1,5 saat kadar süren tura katılıp bira üretiminin yapıldığı dev  tankları görebilir, eski reklam filmlerini izleyebilirsiniz. Turun sonunda ise iki adet bira ikram ediliyor. (Amsterdam Lezzetleri için tıklayınız)
westerkerk

WESTERKERK: 1631 yılında yapılan kilisede yeri tam olarak bilinmese de Rembrandt’ın gömülü olduğu söylenir. Kentin en uzun kulesinin tepesinde Roma- Germen İmparatoru I. Maximillan’ın 1489 yılında kente sunduğu tacının replikası bulunmakta.

blauwbrug
magere brug
MAGERE BRUG: 1671 yılında ahşaptan yapılan beyaz renkli iner- kalkar köprü, kentin etkileyici simgelerinden. Teknelerin geçişi sırasında halen el gücüyle açılan köprüye ‘’Sıska Köprü’’ de denmekte. Üst tarafta ki ahşap savaklı mavi köprü ise 1883 de yapılmış.

SCHREİERSTOREN: 1480 yılında yapılan kule, ‘’Ağlayan Kadınlar Kulesi’’ adını, denizci kocalarını uğurlayan ve kuleden ağlayarak izleyen kadınlardan almış. Kaptan Hudson, Doğu Hindistana batıdan gitmek için 1609 yılında buradan yola çıkmış ama ancak Newyorka ( Burada ''New Amsterdam'' şehrini kurmuşlar ve  nehre de ''HUDSON'' adı verilmiş.)  kadar gidebilmiş...

montelbaan storen
MONTELBAANSTOREN: Oude Shans bölgesindeki saat kulesi, 1517 yılında şehri korumak için yapılan surlarda muhafız gözetleme kulesiymiş. Bugün sadece kanal kenarındaki göz alıcı saat kulesini görmekteyiz.

munttoren
MUNT TOWER ( Munttoren ): 1480 yılında yapılan muhafız evi ve kulesi, çıkan yangınla ağır hasar görmüş. 1620 yılında mimar Kaiser tarafından kulesi Rönesans tarzında yenilenmiş. Kuledeki saatin zamansız çalması nedeniyle, halk tarafından deli ya da ''çılgın kule'' olarak nitelendirilmiş. Alt katında Hollanda porselenleri satan mağazayı göreceksiniz.

WATERLOOPLEİN BİTPAZARI: 1882 de Yahudi yerleşim bölgesinin ortasında pazar yeri açmak için iki kanalın doldurulmasıyla kurulan Pazar, II. Dünya Savaşında Nazilerin, Yahudi yerleşimcileri toplama kamplarına göndermeleriyle yok olmuş. Savaştan sonra tekrar kurulan pazar, bugün ikinci el ürünlerin satıldığı büyük bir bitpazarı konumunda. Burada aklınıza gelen ya da gelmeyen her şeyi bulabilirsiniz. Pazar günleri dışında her gün açık ama erken saatlerde gitmeye çalışın, zira 3 ten sonra toplanmaya başlıyorlar.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Rumeli Kavağı'nda Balıkçı Kahraman

Şubat, mart aylarında soğuk sularda yağlanıp, iyice lezzetlenen kalkanlar sonunda balık tezgahlarını şenlendirdi. İstanbul’da en güzel kalkanı yiyebileceğiniz adreslerden biri, belki de birincisi Balıkçı Kahraman…Vedat Milor pirimizin dediği gibi, kalkanı bütün şekilde tandır yaparak pişiren balıkçılar için, İspanya’nın Bask bölgesine gitmenize gerek yok, Kahraman hemen yanı başınızda, Sarıyer, Rumeli Kavağı’nda… Kahraman işin mutfağında piştikten sonra1996 yılında açtığı bu yerde, kendisi gibi tüm çalışanları da Trabzonlu. Aile gelenekleriyle, dededen ve babadan öğrendiği yöntemlerle, deniz ürünlerini muhteşem pişirerek bizlerle paylaşıyor! Nisan başı bizde aile ritüelimizi gerçekleştirmek üzere Kahraman’dayız. Masaya gelen her şey çok lezzetli, soğanlı domates salatası tam da hatırladığımız gibi, yedikçe yiyesiniz geliyor. Lüks diyebileceğimiz restoranlarda yediğimiz dondurulmuş kalamarlardan sonra, burada hem tavasını, hem de ızgarasını yemek ayrı bir keyif. Yine balık

Mükellef Karaköy: Sarımsaksız Meyhane Konsepti

Mükellef Karaköy, ünlü TV şefi Arda Türkmen'in Karaköy'deki meyhane konseptli restoranı. Restoran bir otelin en üst katında konumlanmış, tahmin edebileceğiniz üzere çok güzel bir tarihi yarımada ve boğaz manzarasına sahip. Zevkli bir şekilde döşenmiş, ışıklandırma yeterli, çoğunluğu bembeyaz masa örtüleriyle kaplı masalarda oturma düzeni sıkışık da olsa rahat, ferah bir mekan. Ancak mekan ile ilgili iç mimarın hak ettiği bu övgüleri ne yazık ki aşçıya yönlendiremeyeceğim. Arda Türkmen bir şekilde meyhane mezelerini sarımsaksız yapmanın iyi bir fikir olduğuna inanmış. Yediğimiz her şeyin tadında bir eksiklik, bir ruhsuzluk var acaba nedir diye düşünürken, en önemli sebep olarak bunu saptadım. Belki karşısındakine kokma endişesiyle sosyal bir akşam yemeği deneyimlemek isteyen gruplar için iyi bir seçenek olabilir ama bana sorarsanız hem konsepti meyhane yapıp hem bu endişeyle hareket etmek oldukça saçma ve yersiz. Mekanda gerçekten mezeden çok rakı çeşidi var. Aklınıza g

İskoç Viskisi: Anlıyormuş Gibi Yapmak için Bilmeniz Gerekenler

Yakın zamanda üniversitemin mezunlar derneğinden sertifikalı viski tadım kursu konulu bir e-posta aldım. Konuya ilgi olduğunu varsayıp İskoç viskisi ile ilgili teorik değil ama 3.5 senedir Birleşik Krallık'ta Edinburgh isimli İskoç Pub'una 200m uzaklıkta yaşamanın ve Edinburgh ziyaretlerimin sonucunda edindiğim pratik bilgileri paylaşmaya karar verdim. Bu yazının sonunda ne yazık ki size sertifika vaad edemiyorum ancak anlıyormuş gibi yapmanızı sağlayacak bir takım temel bilgileri vaad ediyorum.  Single Malt İskoç viskisi genellikle tek bir malt'tan (genellikle arpa maltı) ve tek bir damıtım evinde (distillery) üretilmiştir. Harmanlanmış (blended) İskoç viskileri (Ballantine's, Bell's, Chivas Regal, Famous Grouse, Teacher's gibi) içimi daha kolay olduğu için dünyada daha popüler olsa da Single Malt'lar Scotch Whisky (İskoç viskisi whisky diye yazılır, whiskey öteki viskiler için kullanılır) denilince ilk akla gelenlerdir. Single Malt'ların rengi