TARİH VE KÜLTÜR HAZİNESİ CİBALİ- FENER - BALAT
TARİH VE KÜLTÜR HAZİNESİ CİBALİ- FENER - BALAT
Bir varmış-bir yokmuş denilebilecek kadar uzun zaman önce, Haliç adeta balık cenneti gibiymiş. Suda zıplayan balıklar, güneş ışığında altın gibi parlar, boynuz şeklindeki Haliç’i ışıl-ışıl yaparmış. Yöre halkının ihtiyacını karşılayan balığın fazlası da, kurutulur yada lakerda yapılarak saklanır-imiş...! diye başlar hikaye...
Bir varmış-bir yokmuş denilebilecek kadar uzun zaman önce, Haliç adeta balık cenneti gibiymiş. Suda zıplayan balıklar, güneş ışığında altın gibi parlar, boynuz şeklindeki Haliç’i ışıl-ışıl yaparmış. Yöre halkının ihtiyacını karşılayan balığın fazlası da, kurutulur yada lakerda yapılarak saklanır-imiş...! diye başlar hikaye...
Cibali Tütün Fabrikası, bugün Kadir Has
Üniversitesi adı altında bilim yuvasına dönüşmüş durumda. Esasında fetih
sırasında Bursalı asker Cebe Ali Bey, buradaki surları yıkarak şehre girmiş. (ünlü
tiyatro oyunu ‘’Cibali Karakolu’’na konu olan yapı da buradadır) Zamanla Cibali
adını alan bu semt,1884'de kurulan tütün fabrikasıyla ekonomik ve sosyal
anlamda değişip
önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. Cumhuriyetin
ilanından sonra ise fabrikanın işletmesi Fransızlardan devlete geçmiş. Burası
aslında kendi polisi, (''kolcular'' ki ‘’Bitez Yalısı’’ türküsüne de konu olmuştur)
hastanesi, kreşi, okulları, sendikaları ve lokantalarıyla küçük bir kasaba gibi
olup,1500'ü kadın 2162 kişi çalışmaktaymış. Kadın işçilerin çokluğu kreş kurulmasını, yardım için kurulan
sandukalarda, ilk sendikaların temelini oluşturmuş. Şarkıcı Alpay’ın sesinden
çok iyi bildiğimiz ‘’Fabrika Kızı’’ şarkısına da konu olan yapı, 1995 'te
tamamen terkedilip, 1997 de Kadir Has Vakfı'na satılmış. Vakıf tarafından orjinal
yapı korunarak restore edilen bina, 2002 yılında Kadir Has Üniversitesi olarak
hizmete açılmış. Bilim yuvası olmasının dışında müzesi, sergileri ve alt
kısmında ki Bizans sarnıcıyla da görülmeye değer güzellik de bir kültür
hazinesi...
Üniversitenin arkasında, oturduğu evin
olduğu sokağa
adı verilen Orhan Kemal, 1954 den 1966 ya kadar burada ki iki katlı evde, Türk Edebiyatı’nın en önemli eserlerini yazmış ve romanlarında da bu bölgeyi çokça tasvir etmiş.
adı verilen Orhan Kemal, 1954 den 1966 ya kadar burada ki iki katlı evde, Türk Edebiyatı’nın en önemli eserlerini yazmış ve romanlarında da bu bölgeyi çokça tasvir etmiş.
Bizans hazinelerinden biri de sur kapısıyla
aynı adı taşıyan Aya (azize) Theodosia Kilisesi,
fetih den sonra camiye çevrilmiş ve Gül Cami adını almış...
Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda restorasyon olduğu
için göremiyoruz. Fatih Sultan Mehmet zamanında 1477 de, Kara Mustafa Paşa
tarafından erkek ve kadınlar için ayrı iki hamam olarak yaptırılmış.
Ayakapı ve yanında ki Nev-i Cafe yi görüyoruz ki burası da yeniçeri Karakolu imiş. Bu kapıların taşlarına dikkatle bakarsanız,
fetih de buradan giren askerin kendini belli ettiği işaretleri görebilirsiniz.
Kilisesinin girişinde kristal taşlardan
yapılmış gemi şeklindeki avizeyi görmeden geçmeyiniz. Ortodoks kiliselerinin
olmazsa olmazı ayazma ise kurumuş durumda. Bir çok film ve dizide gördüğümüz
bu kilisenin içi, kırmızı kadife sandalyeleriyle oldukça etkileyici...
Fetihten sonra kiliseler camiye çevrilse de bunun tek istinası Panagia Muhliotissa yada halk arasında bilinen adıyla Moğolların
Meryem’i Kilisesidir. Kiliseye adını veren Maria, Bizans İmparator’unun
Moğollara gelin olarak gönderdiği gayrimeşru kızıdır. Artan Moğol akınlarına
karşı, kızını Hülagü’yle evlendirmek için drohomasıyla (çeyiz) beraber yola
çıkarsa da daha yoldayken Moğol İmparator’unun ölüm haberi gelir. E
zavallı Maria geri dönecek değil ya, Hülagü’nün yerine geçen oğlu Abhaka ile evlendirilir. Kötü talih yine yakasını bırakmaz ve Abhaka’nın zamansız ölümüyle yine evlendirilmek istense de benden bu kadar diyerek geri döner. Tarihi 10.yy a uzanan eski bir manastırın yerine, 1282 de bu kiliseyi yaptırıp yaşamının geri kalanını burada rahibe olarak geçirir. Fetih sırasında kilise çevresindeki yoğun çatışmalarda oluk-oluk kan aktığı ve Haliç’e döküldüğü için ‘’Kanlı Kilise’’olarak da anılır. Fatih Sultan Mehmet artık Moğol etkisinden mi, yoksa Maria’nın hikayesine mi üzülmüştür bilinmez ama buranın kilise olarak ibadete devam edeceği fermanını yazar. Duvarında, Fatih’in kilise olarak kalması için verdiği fermanı (aslı patrikhanede) görebilirsiniz. Bir diğer rivayette, kanlı çatışmalardan sonra kilisenin korunması şartıyla teslim edilmesidir. Mükerrer olarak camiye çevrilmek istense de Fatih Sultan Mehmet’in bu fermanına karşı gelinememiştir. (Kariye Müzesi’nde Deis Mozağinde görülen kadının, Moğolların Meryem’i olduğu söylenir)
zavallı Maria geri dönecek değil ya, Hülagü’nün yerine geçen oğlu Abhaka ile evlendirilir. Kötü talih yine yakasını bırakmaz ve Abhaka’nın zamansız ölümüyle yine evlendirilmek istense de benden bu kadar diyerek geri döner. Tarihi 10.yy a uzanan eski bir manastırın yerine, 1282 de bu kiliseyi yaptırıp yaşamının geri kalanını burada rahibe olarak geçirir. Fetih sırasında kilise çevresindeki yoğun çatışmalarda oluk-oluk kan aktığı ve Haliç’e döküldüğü için ‘’Kanlı Kilise’’olarak da anılır. Fatih Sultan Mehmet artık Moğol etkisinden mi, yoksa Maria’nın hikayesine mi üzülmüştür bilinmez ama buranın kilise olarak ibadete devam edeceği fermanını yazar. Duvarında, Fatih’in kilise olarak kalması için verdiği fermanı (aslı patrikhanede) görebilirsiniz. Bir diğer rivayette, kanlı çatışmalardan sonra kilisenin korunması şartıyla teslim edilmesidir. Mükerrer olarak camiye çevrilmek istense de Fatih Sultan Mehmet’in bu fermanına karşı gelinememiştir. (Kariye Müzesi’nde Deis Mozağinde görülen kadının, Moğolların Meryem’i olduğu söylenir)
Yan tarafta Fener Rum Erkek Lisesini görüyoruz.1881yılında
Fransa’dan getirilen tuğlalar nedeniyle kırmızı okul da denilen bina, eşsiz
mimarisiyle İstanbul siluetinde önemli bir yere sahip. Ne yazık ki okula girmek
yasak. Hemen altında bulunan Yuvakimyon Rum Kız Lisesi binası ise 1988 de öğrenci
sayısının azalmasına bağlı boş ve atıl durumda. Kalan birkaç öğrenci ise erkek
lisesine taşınmış ve karma liseye dönüşmüş.. Burada da bol bol resimlerimizi
çekip merdivenlerden iniyoruz. Sol tarafta Boğdan Beyinin oğlu, (o zamanki geleneklere göre, beylerin
çocukları rehin gibi İstanbul’da yaşıyorlar) yazar ve besteci Dimitri Kantemir’in
evinin olduğu duvar kalıntılarını görüyoruz.
Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup
halkların bağlı olduğu Fener Rum Patrikhanesi’ne; Fatih Sultan Mehmet, yazdığı
fermanla can ve mal güvencesi vermiş, statüsü korunmuş. Ortodoks dünyanın
ruhani merkezi olan Patrikhane 1602 yılında şimdiki binasına taşınmış. Tarih
içinde birçok kez yıkıma uğramış, yeniden yapılmış. En son 1941 yangınından
sonra restore edilmiş.
1821 yılında Yunanistan’ın Mora Adası’nda ki
isyandan
sorumlu tutulan Patrik 5.Georgios, Patrikhane kapısında idam
edilmiş. Bu olay nedeniyle kapı bugün hala kapalı tutuluyor, girişler yan
kapıdan. İçeri girdiğinizde aslında burası şimdiki moda deyimle bir külliye;
kütüphanesi, patriğin çalışma ofisi, dış ülkelerden gelen ziyaretçilerin kaldığı
pansiyonlar ve patrikhane kilisesi Aya Yorgi. Kilisenin altın varaklı altarı
göz alıcı.12 havariyi işaret eden 12 sütun halinde, kırk yılda yapılmış. Sağ
tarafta demir kaplamayla korunan delikli sütunun, Hz. İsa ‘nın çarmıhı olduğu
kabul ediliyor. Çeşitli kiliselerden taşınan üç mozaik ikon ve üç azizenin
mezarı da burada.
Ahrida Sinegogu;1400’lü yıllarda Makedonya
Ohrid’ den gelen Museviler tarafından inşa edilmiş. Randevu alınarak, özel
izinle gezilebildiği için maalesef biz içini göremiyoruz...
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsZD901e7yp4ou7zJI-LqtliPpJoKJWtzzWsujZFaIOLGTmo6elH4hyphenhyphenEUz1wAbCi1jL6FaMXBOsa8CDnBSqodZ9hGoy5f69bG-i0i7G8yVgHJOIUQ8wOZQSWEJ17s89-X1kjaRiCqzmgPl/s320/WhatsApp+Image+2018-05-07+at+15.41.38.jpeg)
Gezimiz
sırasında restorasyonda olan kiliseyi her ne kadar görememiş olsak da yedi yıllık
bir aradan sonra Ocak 2018 de tekrar ibadete açılacak... Kilisenin yenilenmiş halini
ise daha sonra arkadaşlarımızla yaptığımız başka bir gezide görüyoruz.
Bir diğer ziyaret noktamız Surp Hreşdagabet
Kilisesi’nin, aslında Rum Ortodoks kilisesi olduğu, ayazmasından anlaşılmakta.
Cemaati kalmamış bu ibadethane; Balat’a yerleştirilen Ermeni Cemaatine,
(Edirnekapı’da Kefeli Cami’sine çevrilen kiliselerine karşılık olarak) 1628
yılında Gregoryen kilise yapmaları için veriliyor. Geçirdiği yangınlardan
sonra, 1833 de şimdiki bina yapılıyor. Baş melekler Mikail ile Cebrail’e adanan
bu kilisede yılın belirli günlerinde kurban kesilip din ayırımı yapılmaksızın
ihtiyaç sahiplerine dağıtılıyor. Ayrıca hastalara şifa veren mucizeleri
nedeniyle halk arasında Mucizeler Kilisesi olarak da biliniyor. Özellikle Eylül
ayının ikinci Cumartesi, dünyanın her yerinden ziyaretçi akınına uğruyor. Her
dinden ziyaretçisi bol olan bu kiliseye yolunuz düşerse ayazma suyundan için, kim
bilir belki bir sıkıntınıza çare olabilir:)
Küçük bir bahçe içinde yer alan Aya Dimitrios
Kilisesi, 1597-1601 yılları arasında Patrikhaneye ev sahipliği yapmış.
Özellikle meme hastalıklarında şifalı olduğu söylenen suyu, maalesef kurumuş
durumda ve onarım görmesi gerekiyormuş.
Ferruh Kethuda Camii; Kanuni Sultan Süleyman’ın
sadrazamı Semiz Ali Paşa’nın (meşhur diziden de iyi bildiğimiz, Damat Rüstem
Paşa’nın ölümüyle sadarete getiriliyor:) kethüdası, yani kahyası Ferruh Ağa
tarafından, Mimar Sinan’a 1562-1563 yılında yaptırılmış. Arka duvarında güneş saati
bulunan, kesme taş ve tekfur sarayı çinileri kullanılan caminin avlusunda balat
mahkemeleri kurulurmuş…
Blaherna Sarayı Ayazması ve Meryem Ana
Kilisesi, geniş bir bahçe içinde İmparatoriçe Pulcheria tarafından yaptırılmış.
Kudüs’ten getirilen ve Meryem Ana’nın olduğu söylenen elbiseler nedeniyle önemi
artmışsa da fetih den yirmi yıl kadar önce çıkan yangında yok olmuş. Avar
kuşatmalarında cuma akşamı beyaz elbiseleriyle görünen Meryem Ana’nın, İstanbul’u
koruduğuna inanılır. Bu nedenle de diğer kiliselerin aksine burada cuma
günleri ibadet yapılır. Ayazma çeşmesinin üstünde ‘’yalnızca yüzünü değil,
ruhunu da yıka’’ anlamında yazı olan kiliseye, yine her dinden ziyaretçi şifa
bulmak için gelmekte...
Gerek gayrimüslim nüfus, gerek ticaretin
canlılığıyla toplumsal hayatın nabzını tutan ve meyhaneleriyle ünlenen Balat, Evliya
Çelebi’nin ‘’Seyahatname’’sine de konu olur. Ama bu meyhaneler, maalesef zaman içinde yok olur. Yeşilçam sinemasıyla ve şarkısıyla meşhur ünlü ''Agora Meyhanesini
ise 2014 yılında yenilenen haliyle burada görebilirsiniz.(bkz, Cibali-Fener veBalat’da 10 Restoran & Kafe yazımız)
Keşke hepsinden alışveriş yapabilsek, varlıklarını
sürdürebilseler duygusu ağır basıyor. Sizler de vaktinizi ayırıp belki berber, terzi, ayakkabıcı, yorgancı esnafının son temsilcileriyle yani buranın
gerçek sahipleriyle sohbet edin, memnun olacaklardır.
Restore edilmiş rengarenk evlerin olduğu
sokaklarda adeta kaybolup fotoğraf sanatçısı edasıyla bol bol resim çekmek
istesek de gün bize maalesef yetmiyor...
Anlaşılan o ki her sokağında gizli
kültür hazineleriyle karşılaşacağımız bu bölgeyi keşfe çıkmak ve gittikçe artan
gastronomi dünyasının olmazsa olmazı olan kafeleri, restoranları deneyimlemek
için yolumuzu buralara sıkça düşüreceğiz...!!!