Ana içeriğe atla

TARİH VE KÜLTÜR HAZİNESİ CİBALİ- FENER - BALAT

TARİH VE KÜLTÜR HAZİNESİ CİBALİ- FENER - BALAT

Bir varmış-bir yokmuş denilebilecek kadar uzun zaman önce, Haliç adeta balık cenneti gibiymiş. Suda zıplayan balıklar, güneş ışığında altın gibi parlar, boynuz şeklindeki Haliç’i ışıl-ışıl yaparmış. Yöre halkının ihtiyacını karşılayan balığın fazlası da, kurutulur yada lakerda yapılarak saklanır-imiş...! diye başlar hikaye...

İstanbul’un fethinden sonra cami, kilise ve sinagogun içiçe geçtiği tam bir kültür mozaği olan bu semtler; limanı ve tütün fabrikasıyla ticaret merkezi olan Cibali, Rumların (Bizans halkı) yaşadığı Fener ve İspanya’da istenmeyen Musevilerin yani Sefaradların yerleştirildiği Balat.
 Bu zengin hoşgörü kültürünü oluşturan doku, günümüzde neredeyse hiç kalmamış. Restore edilen rengarenk evlerde artık sanat galerileri, restoran ve kafeler yer alsa da; eskinin o güzelim komşulukların olduğu mahalle havasını yine de hissedebileceğiniz, sokakları adeta açık hava müzesi gibi olan bölge, İstanbul severlerin ve gezginlerin  son yıllarda ki yeni gözdesi...

Cibali Tütün Fabrikası, bugün Kadir Has Üniversitesi adı altında bilim yuvasına dönüşmüş durumda. Esasında fetih sırasında Bursalı asker Cebe Ali Bey, buradaki surları yıkarak şehre girmiş. (ünlü tiyatro oyunu ‘’Cibali Karakolu’’na konu olan yapı da buradadır) Zamanla Cibali adını alan bu semt,1884'de kurulan tütün fabrikasıyla ekonomik ve sosyal anlamda değişip
önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. Cumhuriyetin ilanından sonra ise fabrikanın işletmesi Fransızlardan devlete geçmiş. Burası aslında kendi polisi, (''kolcular'' ki ‘’Bitez Yalısı’’ türküsüne de konu olmuştur) hastanesi, kreşi, okulları, sendikaları ve lokantalarıyla küçük bir kasaba gibi olup,1500'ü kadın 2162 kişi çalışmaktaymış. Kadın işçilerin çokluğu  kreş kurulmasını, yardım için kurulan sandukalarda, ilk sendikaların temelini oluşturmuş. Şarkıcı Alpay’ın sesinden çok iyi bildiğimiz ‘’Fabrika Kızı’’ şarkısına da konu olan yapı, 1995 'te tamamen terkedilip, 1997 de Kadir Has Vakfı'na satılmış. Vakıf tarafından orjinal yapı korunarak restore edilen bina, 2002 yılında Kadir Has Üniversitesi olarak hizmete açılmış. Bilim yuvası olmasının dışında müzesi, sergileri ve alt kısmında ki Bizans sarnıcıyla da görülmeye değer güzellik de bir kültür hazinesi...
Üniversitenin arkasında, oturduğu evin olduğu sokağa
adı verilen Orhan Kemal, 1954 den 1966 ya kadar burada ki iki katlı evde, Türk Edebiyatı’nın en önemli eserlerini yazmış ve romanlarında da bu bölgeyi çokça tasvir etmiş.
Bizans hazinelerinden biri de sur kapısıyla aynı adı taşıyan Aya (azize) Theodosia  Kilisesi, fetih den sonra camiye çevrilmiş ve Gül Cami adını almış...

Haçlı seferleri sırasında ikonaların kırılmasına karşı çıkan Theodosia, burada öldürülüyor. Azize ilan edilip, her 29 Mayıs'ta kendisi için yortu düzenleniyor. 1453 yortusunda kiliseye giren ordu, burayı güller içinde buluyor. Bir diğer rivayet ise, Gül Baba diye bir yatırın burada yattığıdır. Oysa ki buradaki mezarın kitabesinde, İsa'nın Havarilerinden olduğu yazmaktadır. 1509 depreminde büyük zarar gören cami, birçok kez onarım görmüş. Caminin önünde bir şadırvan, arkasında ise 2. Mahmut'un kızı Adile Sultan'ın yaptırdığı Sıbyan Mektebi, maalesef bugün atıl durumda...
Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda restorasyon olduğu için göremiyoruz. Fatih Sultan Mehmet zamanında 1477 de, Kara Mustafa Paşa tarafından erkek ve kadınlar için ayrı iki hamam olarak yaptırılmış.
Ayakapı ve yanında ki Nev-i Cafe yi görüyoruz ki burası da yeniçeri Karakolu imiş. Bu kapıların taşlarına dikkatle bakarsanız, fetih de buradan giren askerin kendini belli ettiği işaretleri görebilirsiniz.
Sağa doğru duvarı takip edip demir kapıyı çalıyoruz ve Aya Nikola Kilisesine giriyoruz. Denizcilerin, çocukların, fakirlerin koruyucusu Aziz Nikola aslında bildiğimiz Noel Baba... Zenginden aldığı yardımları gizlice yoksullara dağıtan aziz, Kudüs’e hacı olmaya gider. Dönüş yolunda ise çıkan fırtınayla Demre’ye kadar ulaşabilir ve bundan sonraki  yaşamını, buradaki manastırda geçirir.
Kilisesinin girişinde kristal taşlardan yapılmış gemi şeklindeki avizeyi görmeden geçmeyiniz. Ortodoks kiliselerinin olmazsa olmazı ayazma ise kurumuş durumda. Bir çok film ve dizide gördüğümüz bu kilisenin içi, kırmızı kadife sandalyeleriyle oldukça etkileyici...

Fetihten sonra kiliseler camiye çevrilse de bunun tek istinası Panagia Muhliotissa yada halk arasında bilinen adıyla Moğolların Meryem’i Kilisesidir. Kiliseye adını veren Maria, Bizans İmparator’unun Moğollara gelin olarak gönderdiği gayrimeşru kızıdır. Artan Moğol akınlarına karşı, kızını Hülagü’yle evlendirmek için drohomasıyla (çeyiz) beraber yola çıkarsa da daha yoldayken Moğol İmparator’unun ölüm haberi gelir. E
zavallı Maria geri dönecek değil ya, Hülagü’nün yerine geçen oğlu Abhaka ile evlendirilir. Kötü talih yine yakasını bırakmaz ve Abhaka’nın zamansız ölümüyle yine evlendirilmek istense de benden bu kadar diyerek geri döner. Tarihi 10.yy a uzanan eski bir manastırın yerine, 1282 de bu kiliseyi yaptırıp yaşamının geri kalanını burada rahibe olarak geçirir. Fetih sırasında  kilise çevresindeki yoğun çatışmalarda oluk-oluk kan aktığı ve Haliç’e döküldüğü için ‘’Kanlı Kilise’’olarak da anılır. Fatih Sultan Mehmet artık Moğol etkisinden mi, yoksa Maria’nın hikayesine mi üzülmüştür bilinmez ama buranın kilise olarak ibadete devam edeceği fermanını yazar. Duvarında, Fatih’in kilise olarak kalması için verdiği fermanı (aslı patrikhanede) görebilirsiniz. Bir diğer rivayette, kanlı çatışmalardan sonra kilisenin korunması şartıyla teslim edilmesidir. Mükerrer olarak camiye çevrilmek istense de Fatih Sultan Mehmet’in bu fermanına karşı gelinememiştir. (Kariye Müzesi’nde Deis Mozağinde görülen kadının, Moğolların Meryem’i olduğu söylenir)

Yan tarafta Fener Rum Erkek Lisesini görüyoruz.1881yılında Fransa’dan getirilen tuğlalar nedeniyle kırmızı okul da denilen bina, eşsiz mimarisiyle İstanbul siluetinde önemli bir yere sahip. Ne yazık ki okula girmek yasak. Hemen altında bulunan Yuvakimyon Rum Kız Lisesi binası ise 1988 de öğrenci sayısının azalmasına bağlı boş ve atıl durumda. Kalan birkaç öğrenci ise erkek lisesine taşınmış ve karma liseye dönüşmüş.. Burada da bol bol resimlerimizi çekip merdivenlerden iniyoruz. Sol tarafta Boğdan Beyinin oğlu, (o zamanki geleneklere göre, beylerin çocukları rehin gibi İstanbul’da yaşıyorlar) yazar ve besteci Dimitri Kantemir’in evinin olduğu duvar kalıntılarını görüyoruz.
Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup halkların bağlı olduğu Fener Rum Patrikhanesi’ne; Fatih Sultan Mehmet, yazdığı fermanla can ve mal güvencesi vermiş, statüsü korunmuş. Ortodoks dünyanın ruhani merkezi olan Patrikhane 1602 yılında şimdiki binasına taşınmış. Tarih içinde birçok kez yıkıma uğramış, yeniden yapılmış. En son 1941 yangınından sonra restore edilmiş.
1821 yılında Yunanistan’ın Mora Adası’nda ki isyandan
sorumlu tutulan Patrik 5.Georgios, Patrikhane kapısında idam edilmiş. Bu olay nedeniyle kapı bugün hala kapalı tutuluyor, girişler yan kapıdan. İçeri girdiğinizde aslında burası şimdiki moda deyimle bir külliye; kütüphanesi, patriğin çalışma ofisi, dış ülkelerden gelen ziyaretçilerin kaldığı pansiyonlar ve patrikhane kilisesi Aya Yorgi. Kilisenin altın varaklı altarı göz alıcı.12 havariyi işaret eden 12 sütun halinde, kırk yılda yapılmış. Sağ tarafta demir kaplamayla korunan delikli sütunun, Hz. İsa ‘nın çarmıhı olduğu kabul ediliyor. Çeşitli kiliselerden taşınan üç mozaik ikon ve üç azizenin mezarı da burada.

Ahrida Sinegogu;1400’lü yıllarda Makedonya Ohrid’ den gelen Museviler tarafından inşa edilmiş. Randevu alınarak, özel izinle gezilebildiği için maalesef biz içini göremiyoruz...

Tahta Minare Cami, bir fetih camisidir ve Fatih Sultan Mehmet tarafından 1458 yılında yaptırılmış. Bölgeye adını veren tahta minare ise onarımlarda önce kagir, daha sonrada betona dönüşmüş. Yan tarafındaki çeşme Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış.

Sveti Stefan Bulgar Kilisesi ya da nam-ı diğer Demir Kilise; Patrikliğe bağlı olmak istemeyen Bulgar kökenli halk, Sultan Abdülaziz tarafından1870 yılında verilen fermanla, ayrı bir dini cemaat olarak tanınıyor. Sultan 2.Abdülhamid zamanında harap olan ahşap ibadethanelerinin yerine  kilise yapmak isteyen Bulgar ahali, rivayete göre bir ay içinde bitirme şartıyla izin alıyor. Bulgar prensi Stefan Bogoridi’nin hibe ettiği arsa, Haliç’e doğru kaydığından, sağlam olması ve verilen sürede bitmesi için dönemin mimari anlayışının da etkisiyle demirden planlanıyor. (Eyfel Kulesi’ de aynı dönemde yapılmış) Avusturya’da yaptırılan 500 ton demir konstrüksiyon, gemilerle Tuna Nehri üzerinden Haliç’e getirilip montajı yapılarak, (aziz ilan edilen arsa bağışçısının adıyla) 1898 de ibadete açılmış, dünyanın tek prefabrik kilisesi...
Gezimiz sırasında restorasyonda olan kiliseyi her ne kadar görememiş olsak da yedi yıllık bir aradan sonra Ocak 2018 de tekrar ibadete açılacak... Kilisenin yenilenmiş halini ise daha sonra arkadaşlarımızla yaptığımız başka bir gezide görüyoruz.

Bir diğer ziyaret noktamız Surp Hreşdagabet Kilisesi’nin, aslında Rum Ortodoks kilisesi olduğu, ayazmasından anlaşılmakta. Cemaati kalmamış bu ibadethane; Balat’a yerleştirilen Ermeni Cemaatine, (Edirnekapı’da Kefeli Cami’sine çevrilen kiliselerine karşılık olarak) 1628 yılında Gregoryen kilise yapmaları için veriliyor. Geçirdiği yangınlardan sonra, 1833 de şimdiki bina yapılıyor. Baş melekler Mikail ile Cebrail’e adanan bu kilisede yılın belirli günlerinde kurban kesilip din ayırımı yapılmaksızın ihtiyaç sahiplerine dağıtılıyor. Ayrıca hastalara şifa veren mucizeleri nedeniyle halk arasında Mucizeler Kilisesi olarak da biliniyor. Özellikle Eylül ayının ikinci Cumartesi, dünyanın her yerinden ziyaretçi akınına uğruyor. Her dinden ziyaretçisi bol olan bu kiliseye yolunuz düşerse ayazma suyundan için, kim bilir belki bir sıkıntınıza çare olabilir:)
Küçük bir bahçe içinde yer alan Aya Dimitrios Kilisesi, 1597-1601 yılları arasında Patrikhaneye ev sahipliği yapmış. Özellikle meme hastalıklarında şifalı olduğu söylenen suyu, maalesef kurumuş durumda ve onarım görmesi gerekiyormuş.

Ferruh Kethuda Camii; Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Semiz Ali Paşa’nın (meşhur diziden de iyi bildiğimiz, Damat Rüstem Paşa’nın ölümüyle sadarete getiriliyor:) kethüdası, yani kahyası Ferruh Ağa tarafından, Mimar Sinan’a 1562-1563 yılında yaptırılmış. Arka duvarında güneş saati bulunan, kesme taş ve tekfur sarayı çinileri kullanılan caminin avlusunda balat mahkemeleri kurulurmuş…

Blaherna Sarayı Ayazması ve Meryem Ana Kilisesi, geniş bir bahçe içinde İmparatoriçe Pulcheria tarafından yaptırılmış. Kudüs’ten getirilen ve Meryem Ana’nın olduğu söylenen elbiseler nedeniyle önemi artmışsa da fetih den yirmi yıl kadar önce çıkan yangında yok olmuş. Avar kuşatmalarında cuma akşamı beyaz elbiseleriyle görünen Meryem Ana’nın, İstanbul’u koruduğuna inanılır. Bu nedenle de diğer kiliselerin aksine burada cuma günleri ibadet yapılır. Ayazma çeşmesinin üstünde ‘’yalnızca yüzünü değil, ruhunu da yıka’’ anlamında yazı olan kiliseye, yine her dinden ziyaretçi şifa bulmak için gelmekte...

Gündelik hayatımızda kullandığımız ‘’Çıfıt Çarşısı’’deyimini de bu gezimizde öğrenmiş bulunmaktayım. Evet Balat’da bir sokak ''Çıfıt Çarşısı''... Jewish kelimesi zaman içinde bozulup, çıfıta dönüşmüş. Herşeyi bulabileceğiniz, esnafı Musevilerden oluşan çarşı da ne yazık ki bugün kimse kalmamış. 50 yıl önceki tabelasıyla Sümerbank malları satmak için kurulan dükkana da bir göz atmak ilgi çekici olabilir.
Gerek gayrimüslim nüfus, gerek ticaretin canlılığıyla toplumsal hayatın nabzını tutan ve meyhaneleriyle ünlenen Balat, Evliya Çelebi’nin ‘’Seyahatname’’sine de konu olur. Ama bu meyhaneler, maalesef zaman içinde yok olur. Yeşilçam sinemasıyla  ve şarkısıyla meşhur ünlü ''Agora Meyhanesini ise 2014 yılında yenilenen haliyle burada görebilirsiniz.(bkz, Cibali-Fener veBalat’da 10 Restoran & Kafe yazımız)

Her ne kadar değişim kaçınılmaz görünse de İstanbul'un tarihi ve kültürel dokusunu hala barındıran, farklı dilleri, farklı dinleri hoşgörüyle sarıp sarmalayan Fener-Balat sokaklarında; sayıları çok az da olsa, bu hoşgörünün en büyük mimarları olan yaşlı  esnafı görmek, bizi mutlu ettiği kadar hüzünlendiriyor da...!
Keşke hepsinden alışveriş yapabilsek, varlıklarını sürdürebilseler duygusu ağır basıyor. Sizler de vaktinizi ayırıp belki berber, terzi, ayakkabıcı, yorgancı esnafının son temsilcileriyle yani buranın gerçek sahipleriyle sohbet edin, memnun olacaklardır.
Restore edilmiş rengarenk evlerin olduğu sokaklarda adeta kaybolup fotoğraf sanatçısı edasıyla bol bol resim çekmek istesek de gün bize maalesef yetmiyor...

Anlaşılan o ki her sokağında gizli kültür hazineleriyle karşılaşacağımız bu bölgeyi keşfe çıkmak ve gittikçe artan gastronomi dünyasının olmazsa olmazı olan kafeleri, restoranları deneyimlemek için yolumuzu buralara sıkça düşüreceğiz...!!!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rumeli Kavağı'nda Balıkçı Kahraman

Şubat, mart aylarında soğuk sularda yağlanıp, iyice lezzetlenen kalkanlar sonunda balık tezgahlarını şenlendirdi. İstanbul’da en güzel kalkanı yiyebileceğiniz adreslerden biri, belki de birincisi Balıkçı Kahraman…Vedat Milor pirimizin dediği gibi, kalkanı bütün şekilde tandır yaparak pişiren balıkçılar için, İspanya’nın Bask bölgesine gitmenize gerek yok, Kahraman hemen yanı başınızda, Sarıyer, Rumeli Kavağı’nda… Kahraman işin mutfağında piştikten sonra1996 yılında açtığı bu yerde, kendisi gibi tüm çalışanları da Trabzonlu. Aile gelenekleriyle, dededen ve babadan öğrendiği yöntemlerle, deniz ürünlerini muhteşem pişirerek bizlerle paylaşıyor! Nisan başı bizde aile ritüelimizi gerçekleştirmek üzere Kahraman’dayız. Masaya gelen her şey çok lezzetli, soğanlı domates salatası tam da hatırladığımız gibi, yedikçe yiyesiniz geliyor. Lüks diyebileceğimiz restoranlarda yediğimiz dondurulmuş kalamarlardan sonra, burada hem tavasını, hem de ızgarasını yemek ayrı bir keyif. Yine balık

Mükellef Karaköy: Sarımsaksız Meyhane Konsepti

Mükellef Karaköy, ünlü TV şefi Arda Türkmen'in Karaköy'deki meyhane konseptli restoranı. Restoran bir otelin en üst katında konumlanmış, tahmin edebileceğiniz üzere çok güzel bir tarihi yarımada ve boğaz manzarasına sahip. Zevkli bir şekilde döşenmiş, ışıklandırma yeterli, çoğunluğu bembeyaz masa örtüleriyle kaplı masalarda oturma düzeni sıkışık da olsa rahat, ferah bir mekan. Ancak mekan ile ilgili iç mimarın hak ettiği bu övgüleri ne yazık ki aşçıya yönlendiremeyeceğim. Arda Türkmen bir şekilde meyhane mezelerini sarımsaksız yapmanın iyi bir fikir olduğuna inanmış. Yediğimiz her şeyin tadında bir eksiklik, bir ruhsuzluk var acaba nedir diye düşünürken, en önemli sebep olarak bunu saptadım. Belki karşısındakine kokma endişesiyle sosyal bir akşam yemeği deneyimlemek isteyen gruplar için iyi bir seçenek olabilir ama bana sorarsanız hem konsepti meyhane yapıp hem bu endişeyle hareket etmek oldukça saçma ve yersiz. Mekanda gerçekten mezeden çok rakı çeşidi var. Aklınıza g

İskoç Viskisi: Anlıyormuş Gibi Yapmak için Bilmeniz Gerekenler

Yakın zamanda üniversitemin mezunlar derneğinden sertifikalı viski tadım kursu konulu bir e-posta aldım. Konuya ilgi olduğunu varsayıp İskoç viskisi ile ilgili teorik değil ama 3.5 senedir Birleşik Krallık'ta Edinburgh isimli İskoç Pub'una 200m uzaklıkta yaşamanın ve Edinburgh ziyaretlerimin sonucunda edindiğim pratik bilgileri paylaşmaya karar verdim. Bu yazının sonunda ne yazık ki size sertifika vaad edemiyorum ancak anlıyormuş gibi yapmanızı sağlayacak bir takım temel bilgileri vaad ediyorum.  Single Malt İskoç viskisi genellikle tek bir malt'tan (genellikle arpa maltı) ve tek bir damıtım evinde (distillery) üretilmiştir. Harmanlanmış (blended) İskoç viskileri (Ballantine's, Bell's, Chivas Regal, Famous Grouse, Teacher's gibi) içimi daha kolay olduğu için dünyada daha popüler olsa da Single Malt'lar Scotch Whisky (İskoç viskisi whisky diye yazılır, whiskey öteki viskiler için kullanılır) denilince ilk akla gelenlerdir. Single Malt'ların rengi