İSTANBUL’UN SİMGESEL LEZZETLERİ
İSTANBUL’ UN SİMGESEL LEZZETLERİ
1- İstanbul Simidi: Kaynaklara göre İstanbul’da 1525 yılından bu yana simit yapıldığı bilinse de 1593 Üsküdar mahkeme kayıtlarına göre
gramajı ve fiyatı standartlaştırılmış. Susam
ve pekmezle lezzetlendirilen simitler, taş fırınlarda pişirilip araba ya da
tepsi içinde sıcak, taze, gevrek diye nitelendirilip satılır.
Her şehrin
kendine has bir simidi olsa da İstanbul Boğazı’na karşı içtiğiniz çaya eşlik eden susamlı, sıcacık bir simidin keyfine doyum olmaz. Ama en önemlisi karşı kıyıya yaptığınız vapur yolculuğunda simidinizi martılarla paylaşırsanız İstanbul’un o benzersiz güzelliğini derinden hissedecek ve ne kadar şanslı olduğunuzu düşünüceksiniz...
2- Kurukahveci Mehmet Efendi: Mehmet
Efendi 1871 de Eminönü'ndeki dükkanında, çiğ çekirdek kahveyi kavurup dibekte öğüterek müşterilerine satmaya
başlar. Bu
tarihten önce çiğ kahve çekirdekleri evlerde kavrulur ve öğütülürmüş. Müşterilerine sağladığı bu kolaylıkla ünlenip ’’Kurukahveci Mehmet Efendi’’
lakabıyla anılmaya başlar. 1931 yılında vefatının ardından üç oğlu baba
mesleğini sürdürür.
1932 yılında dönemin usta grafikeri İhap Hulusi Bey’e
çizdirilen amblem de halen kullanılmakta...
İçilen bol köpüklü Türk Kahvesine, telvelerinden anlam çıkarabilen bir
dostunuz da eşlik ediyorsa keyfiniz katlanarak artar. Atalarımız da ‘’Bir acı kahvenin kırk
yıl hatırı var’’ diyerek kahvenin dostluğa kattığı değere dikkat çekmişler.
İstiklal Caddesi Olivia Geçidi' nde 1967 den bu
yana kahve pişiren ‘’Mandabatmaz’’ da denemeden de Türk kahvesi içtim demeyin. Köpüğünde hakikaten ''manda batmaz''. O derece yani..!
3- Ali Muhiddin Hacı Bekir: 1777 de
Kastamonu’dan gelip Eminönü Bahçekapı’da açtığı küçük dükkanda şekerlemeler
imal edip satmaya başlar. 1811’de Almanların bulduğu nişastayı kullanarak
lokumu yaratır. O’nu taklit çabaları ise batıda jel şekerlerin icadına vesile
olur. Yine kendi elleriyle hazırladığı badem ezmeleriyle de günümüze kadar
gelen haklı ilgi ve şöhreti saraya ulaşınca, Padişah II. Mahmut tarafından
sarayın
Özellikle bayramlarda ve kahve yanında ikram
edilen, eskilerin deyimiyle’’latil lokum’’ aynı
zamanda güzel bir hediye seçeneği. Yolum düştüğün de yaşayan bir müze olan Eminönü mağazası ve Beyoğlu şubesine mutlaka uğrayıp o büyülü havasını teneffüs etmeye çalışırım...
4- Vefa Bozacısı: Hacı Sadık Bey, 1870 yılında
Arnavutluk Prizren’den İstanbul’a gelir ve o yıllarda yapılan esmer renkli,
sulu ve ekşi bozayı kendince yorumlayıp, soğuk kış gecelerinde saray çevresinde satmaya
başlar. O’nun sarı renkli ve daha koyu kıvamlı
bozası zamanla ünlenip yolu gözlenmeye başlayınca 1876 yılında, zamanın en mütena semtlerinden Vefa’da bozacı
dükkanını açar. Kalite ve standartını koruyabilmek için uzun yıllar bizzat kendisi üretim
yapıp ata içeceğinin
nesiller boyu devamını sağlar. Günümüzde 4. kuşak aile üyeleri işin başında ve dedelerinin
mirasını koruyup yaşatmaktalar.
Yolunuzu Vefa’dan geçirip bu tarihi dükkanda
boza içmenin keyfini mutlaka yaşayın derim.
5- Karaköy Güllüoğlu: İşte daha kapıdan içeri
girerken gurur ve mutluluk duyduğum markalardan biri, turistlerin de haklı
ilgisiyle çok kalabalık. Soğuk kış günlerinde uzun kuyruklarda beklerken kurucusu Mustafa Güllü’nün ilerlemiş yaşına rağmen elinde çay tepsisiyle sıcacık çay ikram etmesi, halen aklımda güzel bir anı olarak
yaşıyor. Bu nedenle de yanında kalan oğul Nadir Güllü’nün ne kadar emeği
olursa olsun, ambleme babasını değil kendi resmini koyması beni üzer, haksızlık
yaptığını düşünürüm.
Efendim ailenin baklava macerası Gaziantep’te
1820 yılında Hacı Mehmed Güllü ile başlamış. Yüzünde çıkan şark çıbanının
iyileşirken güle benzemesi sebebiyle bu lakap verilmiş, Mesleğin incelikleri için Halep ve Şam’a giden Çelebi Güllü memlekete
dönünce baklava tezgahı kurmuş ve baklavacılık Güllü ailesinde
gelenek haline gelmiş.
Elinden çay içme şerefine nail olduğumuz torun
Mustafa Güllü, 1949 yılında Karaköy’de İstanbul’un ilk fırınlı baklava dükkanını
açarak İstanbulluları taze baklava ile tanıştırır. İleri yaşlarında bile
işin başında durarak bugünkü şöhretine katkıda bulunur. Diğer oğullar ayrılıp
Güllüoğlu adı altında baklava dükkanları açsalar da ''Karaköy Güllüoğlu'’nu
asla diğerleriyle karıştırmamalısınız.
Karaköy’ün gelişen hareketli yaşamında tarihe
karışan bir çok şey olsa da her ürünü gözlere ve mideye bayram yaptıran Karaköy Güllüoğlu, kalitesiyle dimdik ayakta ve sizleri bekliyor...
6-Cemilzade: Şekerci Udi Cemil Bey’in Osmanlı sarayından bugünlere, Türk musikisinden badem ezmesi ve şekerlemelerine uzanan hikayesi, 1883 yılında Şehzade Camii karşısında dükkan açmasıyla başlar. Ticaretin dışında müziğe olan ilgisi ve besteleriyle de tanınan Cemil Bey, aynı zamanda hafızdır da. Muzıka-i Hümayunda sanatkar ve hoca olarak görev yaptığı için ticaretle uğraşması
7- Meşhur Bebek Badem Ezmesi: 1904 yılında
Mudanya’ lı Mehmet Halil Bey eğitim için İstanbul’a gelir. Arnavutköylü Bayan
Anastasya’yı görüp aşık olunca evlenirler. Mehmet Halil Bey baba mesleği olan badem
ezmeciliğini, Bebek’te bir dükkan açarak sürdürür. O zamanlar acıbadem
kurabiyesi, akide ve badem şekeri, pandispanya da yaparlarmış.
Bugün iki kızından biri olan Sevim hanım,
annesi Bayan Anastasya ve ablası Sema hanımın vefatından sonra tek başına bu
aile geleneğini yaşatmaya çalışıyor.
8- Lebon Pastanesi: Maalesef bugün artık
olmayan Markiz Pastanesi'nin ilk yerinde, Fransız Büyükelçiliği mutfağından
ayrılan Eduart Lebon tarafından 1886 yılında kurulmuş. Pastaları o kadar
meşhurmuş ki Orient Expres Treni ile
İstanbul’a gelenler ilk önce Lebon’a gelip pasta yerlermiş. O yıllarda ''Lebon’da
herşey güzeldir'' sözü dillere peleseng olmuş. Ülkemizin ilk pastanesi ve şehir kültüründe
önemli bir yere sahip olan Lebon, bir zamanlar Yahya Kemal gibi ünlü
edebiyatçıların da uğrak noktalarından biriymiş. Hala hakiki limonata yapıp pastacı
kremasını süt ve yumurtadan kendileri imal edip zincir pastane olmamalarıyla
öğünüyorlar. İnci Pastanesine çırak olarak giren, burada yetişip müdür
olan Şakir bey ve Abdurrahman bey Lebon
geleneğini günümüzde de yaşatmaya çalışıyorlar.
Hidivyal
Palas’taki eski yerinden çıkarıldıktan sonra İstiklal Cad. 231 numarada yoluna
devam eden Lebon’a mutlaka uğrayın ve şehir hafızasına kazınan o kültürü sizde
hissedin...
9- Baylan Pastanesi: İstanbul’un ilk pastanesi
olmasa da kurulduğundan bu yana hizmet veren en eski yaşayan
pastanesidir. Arnavutluk’tan 16 yaşında göç eden Filip Lenas, ilk
çikolata
imalathanelerinden olan Fransız Mulatier’ de işin inceliklerini öğrenir. 1923 yılında kuzeni
ile birlikte Beyoğlu’nda ‘’Loryan’’ ı açıp, 1934 de isim değişikliğiyle ‘’Baylan’’ adını alır. 1952 de büyük oğlu
Harry Lenas pastacılık eğitimi için Avrupa’ya gider ve Türkiye’nin ilk akademik
pastacısı olarak birçok yenilikle ülkeye geri döner. Bugün uluslararası literatüre
girmiş ‘’Kup Griye’’ Bay Harry’nin icadıdır. 1961 de Kadıköy şubesi açılır ama
kötüleşen şartlarla Beyoğlu ve Karaköy kapanır.
2009 yılında ise Bay Harry Lenas 1923 den bu
yana aralıksız devam eden Baylan’ı Altınkılıç ailesine devreder. Bunu; çocuğu
olmadığından, birikimlerini genç nesile aktarmak için yaptığını söyler ve
danışmanlığıyla Baylan’ın geleceğine katkıda bulunmaya devam eder.
Kadıköy merkezden başka, Bebek şubesinin üst katında boğaza nazır restoran hizmeti de vermekteler.
Kadıköy merkezden başka, Bebek şubesinin üst katında boğaza nazır restoran hizmeti de vermekteler.
1960 yılında Zigoris vefat edince kızına kalan
pastaneyi, 12 yaşında Zigoris’ in yanına çırak olarak girip yetişen Musa Ateş
devralır. 2012 yılına gelindiğinde restorasyon gerekçesiyle buradan çıkarılan
İnci Pastanesi, iki ay sonra Mis Sokak’ta açılan yeni yerinde hikayesine devam
ediyor.
11- Savoy Pastanesi: 1950 yılında dönemin
seçkin semtlerinden Cihangir’de Monsenior Koço tarafından kurulmuş, 10 yıl sonra
A.B.D’ye yerleşince Levi ailesi tarafından işletilmiş. Bu yıllarda bugünkü
sahibi Mahmut Taşcıoğlu çırak olarak işe alınmış. 1978 yılında ise iki
ortağıyla Savoy’un yeni sahibi olmuş ve 1989 da bugünkü yeri Sıraselviler’e taşınmışlar. Kalite ve çizgisinden ödün vermeden Cihangir ruhunu da yaşatarak yoluna
devam eden Savoy' un milföy pastaları ve gofretleri çok meşhur.
12- Tarihi 7-8 Hasan Paşa Fırını: Fırının
şimdiki sahiplerinin 3. Kuşaktan dedeleri, 7-8 Hasan Paşanın oduncubaşısıymış. Küçük
yaşlarda İstanbul’a geldiğinde Erzincanlı Ermeni fırıncıların yanında çalışıp meslek inceliklerini öğrenen 7-8 Hasan Paşa, daha sonra bu fırının sahibi olur.
Yıldız Sarayı’nın Karakol Komutanlığına getirilen Paşa; okuma yazması olmadığından imzasını 7 ve 8 rakamlarının Arapça yazılışı gibi atması nedeniyle bu lakabı alır. II. Abdülhamid’i devirmek için yapılan 1878 Çırağan baskınında, gazeteci Ali Suavi’yi kafasına odunla vurarak öldürüp baskının başarısız olmasına neden olur. Artık Sultanın en güvenilir adamıdır ve mareşal ünvanı alır!! Üç katlı Asaf paşa yalısında oturur, 1905 yılında da vefat eder.
Yıldız Sarayı’nın Karakol Komutanlığına getirilen Paşa; okuma yazması olmadığından imzasını 7 ve 8 rakamlarının Arapça yazılışı gibi atması nedeniyle bu lakabı alır. II. Abdülhamid’i devirmek için yapılan 1878 Çırağan baskınında, gazeteci Ali Suavi’yi kafasına odunla vurarak öldürüp baskının başarısız olmasına neden olur. Artık Sultanın en güvenilir adamıdır ve mareşal ünvanı alır!! Üç katlı Asaf paşa yalısında oturur, 1905 yılında da vefat eder.
Beşiktaş’ta
sokağa taşan nefis kurabiye kokuları sizi içeri davet edecek ve kapıyı
açtığınızda çalan zilin sesiyle karşınızda pos bıyıklı Paşayı bulacaksınız. Ama
siz onun sert bakışlarına aldırıp nefis mekik ve üzümlü kurabiyelerinden
almayı ihmal etmeyin sakın...
Artık Migros ve Makro'larda da bulabileceğiniz
Tarihi Kanlıca Yoğurdunu, Kanlıca çay bahçelerinde denize karşı ve pudra şekeri
ekleyerek yemenin keyfini kaçırmamalısınız.
15- Sütiş: 1850 li yıllarda Batum’da yaptığı
pasta ve hamur işleriyle meşhur olan Hacı Mehmet Ağanın torunu ve yine aynı dönemlerde
yaptığı sütlü tatlılarla ün kazanan Sütçü Ahmet’in damadı Mevlüt Kocadağ, 1953
yılında aile
şirketinden ayrılıp Nişantaşı Sütiş’i açar. 1986
yılında ise Emirgan Sütiş’le boğazda yerini alır. Tüm sütlü tatlıların
reçetelerini aslına sadık kalarak ve kaliteden ödün vermeden hazırlamak
başarının anahtarı olur. Sütiş de bu gün 3. Kuşak aile işin başında ve lezzetlerine
lezzet katarak yollarına devam ediyorlar.
Güne Emirgan Sütiş de kahvaltıyla başlayıp ızgara çeşitleriyle devam edip güzelim tatlılarıyla güneşi keyifle batırabilirsiniz...
Efendi’nin Turan Kebapçısı adıyla açtığı
dükkanda başlar. Özenle seçtiği etlere hiç baharat koymadan çok az ekmek, tuz
ve soğanla hazırladığı köfteleri mangal ateşinde pişirir. 1964 yılında bugünkü
merkez dükkanlarına ‘’Meşhur Halk Kebapçısı’’ olarak taşınırlar. 1976 yılında ise adı ‘’Tarihi Sultanahmet Köftecisi’’ olur. Son olarak 2017 yılında ‘’1920
Sultanahmet Köftecisi’’ olarak tescillenen marka, bugün 4. Kuşak torunlarla
yoluna devam ediyor. Bir çok şubesi olmasına rağmen, Sultanahmet’in o büyülü
tarihi dokusunda yenen köftenin yerini de hiçbir köfteci alamaz bence.
17- Asri Turşucu: Türk mutfak kültüründe
önemli bir yer tutan turşu, ''Neşeli Günler'' filminin çekimlerinin yapıldığı Asri
Turşucuda, Adile Naşit ile Münir Özkul arasında geçen ‘’turşu limonla mı,
sirkeyle mi yapılır? '’ repliğiyle hafızalarımıza kazınmış.
Ailenin 1913 Fatih Edirnekapı’da başlayan turşu
hikayesi, 1938 den bu yana Cihangir’de
devam etmekte. Yazları kapalı. Turşu hazırlıkları yapıldıktan sonra Eylül de
kapılarını tekrar açıyorlar. Turşular Orhangazi’nin Gedelek köyünde hazırlanıp Bursa doğal kaynak suları kullanılıyor. Lezzetindeki bir diğer sır da sirke
yerine limon kullanmaları ki bu tercihleriyle ünlü tartışmada taraflarını da
belli etmiş oluyorlar :)
Cihangir’e gitmişken güzelim turşulardan alın
ama bir bardak probiyotik turşu suyu içmeyi de ihmal etmeyin...
18- Mercan Kokoreç: 1960 yılında Büyükada da
yolculuğuna başlayan ''Mercan'', İstanbul’luları ilk kez kokoreç ve midye tava ile
tanıştırmış. Beyoğlu balık pazarına girdiğinizde o müthiş koku ''ay ben yemem'' diyenleri bile davet eder ama bayilikler vermesi kaliteyi koruyamayacakları
endişesi de yaratıyor doğrusu...
19- Balık-Ekmek: İstanbul’da birçok noktada
balık-ekmek yemek mümkünse de en bilinen ve turistik olanı Eminönü'n deki teknelerdir. Tarihi dokunun büyüsü ve manzaranın etkileyici güzelliğinde
önce kokusu size ulaşıp iştahınızı kabartır. Hele de açsanız çığırtkanın sesini
emir telakki eder kendinizi bir anda sipariş verirken bulabilirsiniz. Yalnız
balığın eski tadını alabilir misiniz? Ona siz karar vereceksiniz. Zira çoğu
zaman ithal dondurulmuş balık kullanılıyor ki ben boğazın palamut akınını
bekleyip yemeyi tercih ediyorum. Balık-ekmek ikilisine şalgam suyu ve minik acı
biber turşusu eşlik etmeden de ritüel tamamlanmış sayılmaz, benden
söylemesi...!
20- İstanbul Hamburgeri: Amerikan menşeyli zincir hamburger şirketleri daha henüz ortalıkta yokken İstanbul'luları kendi yorumlarıyla yaptıkları Türk tipi hamburgerlerle tanıştıran büfeler, 1960 lı yıllardan bu yana şehir hafızasında önemli bir yere sahip.
Kristal Büfe: 1962 yılında Taksimde'de açtığı ilk şubesiyle ülkenin ilk hamburger markası.
Kullandıkları kaliteli etler ve kendi yaptıkları salça tarzı soslarla efsaneleşir. Yiyenlerin bugün bile ''Kristal'in Hamburgeri bir başkaydı'' sözlerini duyarsınız. 1982 de önce kendi şubeleri için açılan üretim merkezi, bugün isim hakkı verdikleri bayilere ürün satış ve dağıtım hizmeti yaparak yola devam etmekte.
Kızılkayalar Hamburger: 1970 lere dayanan bir geçmişi olsa da 1978 yılında Kızılkayalar Büfe adını alarak, hızlı ve ucuz ayaküstü yemeğin yani ülkemiz fast foodunun öncülerinden olmuşlar. Türk halkının damak tadına hitap eden soslarıyla hazırladıkları ıslak hamburgerler, yabancı hamburger üreticilerinin de dikkatini çeker. Denerler ama bu başarıyı yakalayamazlar. Adını ‘’Kızılkayalar Hamburger’’ olarak değiştirip tescil ettiren Kızılkayalar, Taksim’e gidenlerin uğrak noktalarından biri olmaya devam ediyor...
Kristal Büfe: 1962 yılında Taksimde'de açtığı ilk şubesiyle ülkenin ilk hamburger markası.
Kullandıkları kaliteli etler ve kendi yaptıkları salça tarzı soslarla efsaneleşir. Yiyenlerin bugün bile ''Kristal'in Hamburgeri bir başkaydı'' sözlerini duyarsınız. 1982 de önce kendi şubeleri için açılan üretim merkezi, bugün isim hakkı verdikleri bayilere ürün satış ve dağıtım hizmeti yaparak yola devam etmekte.
Kızılkayalar Hamburger: 1970 lere dayanan bir geçmişi olsa da 1978 yılında Kızılkayalar Büfe adını alarak, hızlı ve ucuz ayaküstü yemeğin yani ülkemiz fast foodunun öncülerinden olmuşlar. Türk halkının damak tadına hitap eden soslarıyla hazırladıkları ıslak hamburgerler, yabancı hamburger üreticilerinin de dikkatini çeker. Denerler ama bu başarıyı yakalayamazlar. Adını ‘’Kızılkayalar Hamburger’’ olarak değiştirip tescil ettiren Kızılkayalar, Taksim’e gidenlerin uğrak noktalarından biri olmaya devam ediyor...