Ana içeriğe atla

İNKALARIN İZİNDE PERU: BAKİR TOPRAKLARA YOLCULUK


İNKALARIN İZİNDE PERU: BAKİR TOPRAKLARA YOLCULUK

Hani, insanların ütopik istekleri vardır ya nedenini de çoğu zaman bilmez. İşte benim de Peru’ya karşı böyle bir ilgim vardı ve hiç dillendirmesem de birgün oralara gideceğimi sanki biliyor gibiydim. Gerçi, çocukluğumda okuduğum Tommiks-Teksas kitaplarının etkisiyle, Kızılderililerin ya da Amerika kıtası yerlilerinin yaşamlarına ilgi duyduğum söylenebilir. Ama, ‘’NAZCA’’ çizgilerini gördükten sonra asıl neden kafamın içersinde çakan şimşekle birlikte aydınlandı.
Efendim, bendeniz de her çocuk gibi büyüklerinin eşyalarına, okuduğuna-yazdığına çok meraklıydım ve o yıllarda tam anlamasam da ağabeyimin Erich von DANİKEN’in ‘’Tanrıların Arabaları’’adlı kitabını okuduğumu hayal meyal hatırlıyorum. Aklımda kalan ise uzaylıların ‘’UFO’’larıyla dünyamıza geldiği ve çeşitli izler bıraktığıydı...
Gezimizi İNKA’ların izinde ANDES (And Dağları Halkı) ülkeleri Peru ve Bolivya’nın, İspanyolların göreceli galibiyetleriyle kaybedilmiş topraklarının hüznünü, taa derinden hissederek yaptık. Elbette gitmeden her ülke için yaptığım araştırmayı yapmıştım ama döndükten sonra gezinin güzelliğini, hüznünü  içime sindirmem ve daha çok araştırıp yazmaya başlamam epey bir zamanımı aldı. Sanki gördüklerimi kendime saklayıp kimseler bilmesin, oralar da bozulmasın istedim. Seyahat şirketimizin de dediği gibi hayal tadındaki bu geziyi, Avustralya yerlileri olan Aborjinlerin, ‘’bilgiyi paylaş, kendine saklama’’ düsturuyla sizlere anlatmak istiyorum...
Öncelikle gezi, 18-25 C derecelerde bir bahar havasında geçtiği için kat-kat giyinmekte fayda var. Biz hiç denk gelmesek de yağmur için hazırlıklı gitmek iyi olur. Eczanelerden reçetesiz ilaç alamayacağınızı gözönönde bulundurarak kullandığınız ilaçları yanınıza almanız, (hatta seyahat şirketiniz sizi uyaracaktır) 4400 m. rakımlara çıkacağınız için oluşacak mide bulantısı ve baş dönmesi için hazırlıklı olmanız gerekiyor.
Kredi kartı geçerli olsa da yerli halktan yapacağınız küçük  aiış-verişleriniz için yerel para kullanmanız kolaylık sağlayacak. Yine bu alış-verişleriniz için küçük miktarlarda USD da işinize yarayabilir. Peru’nun para birimi Nuevo Solu, PEN (Seyahatimiz sırasında 1 PEN=1.07 TL), Bolivya’nın ise Boliviano (1 BOB=0.50 TL idi.) Bu ülkelerde yerel para ile USD değişimini rahatlıkla yapabilirsiniz. Bir diğer bilmeniz gereken de elektrikli aletleriniz için yanınıza mutlaka adaptör almalısınız çünkü Peru 220 Volt, Bolivya’da 230 Volt sistemi var. Fiş sistemi de Türkiye ile pek uyumlu değil.
Peru Türkiye saatinden 8 saat, Bolivya ise 6 saat geride. Cep telefonlarınızı uluslararası dolaşıma açık ise rahatlıkla kullanabilirsiniz. Otel ve restoranlarda WİFİ hizmeti var.
Artık ülkemizden Peru’ya direk uçuşlar olsa da biz Amsterdam üzerinden aktarmalı gittik ve ulaşımımız  bekleme süreleriyle18 saati buldu. Bir çok kişinin aksine, eğer yalnız değilsem ben aktarmalı uçuşları seviyorum. Hava alanında dolaşmak hatta alış-veriş yapmak, yemek yemek hoşuma gider. Kan dolaşımımız için de faydalı diye düşünüyorum. Dönüşümüz ise Paris üzerinden oldu.
Akşam saatlerinde Peru’nun başkenti Lima’ya indiğimiz için doğruca Otelimizin olduğu, Miraflores bölgesindeki 5 yıldızlı, ‘’Estelar Miraflores Hotel’’ e geçtik. Bu semt krallar şehri de denen Lima’nın, kalburüstü semtlerinden. Gezimizde konakladığımız otellerden çok memnun kaldığımız için isimlerinden bahsetmeyi uygun gördüm. Ola ki Peru- Bolivya gezisini seyahat şirketi olmadan kendiniz yapmayı planlarsanız, sizlere yol gösterici olabilir. Yine de yapacağınız yolculuk bir Amerika, Avrupa gezisi gibi olmayacağı için herşeyin bir seyahat şirketince ayarlanmış olması, büyük kolaylık sağlayacak. 
Miraflorese giderken, okyanus kıyısında sevgili atamızın bir büstü yer alıyor. Rehberler zaman kısıtlılığından çok uğramayı istemiyorlar ama benim gibi ısrarcı olun ve taa dünyanın bir ucuna gelmişken, tüm dünyanın saygı duyduğu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüzü ziyaret etmeyi unutmayın.

Lima gezisini seyahatimizin son günlerine bırakıp sabah 04 de kalkarak aceleyle kahvaltımızı yapıyoruz. Yerel rehberimizin de eşlik ettiği otobüslerimize binip Pasifik Okyanusunu takip eden Güney Pan-Amerikan otoyolunda yolculuk yaparak, PARACAS'a varıyoruz.( ABD. nin Alaska Eyaleti'nden başlayarak Arjantin'e kadar inen Pan-Amerikan yolu, Peru'yu baştan başa geçiyor.) Burada hız botlarına binerek Küçük Galapagos adaları da denen, ‘’ BALLESTAS'' adalarının vahşi yaşamını gözlemlemek üzere yola çıktık ve yüzlerce deniz kuşunu, deniz aslanlarını, Humbold pelikanı ve penguenlerini görme şansını yakaladık. Kuşların dışkılarını gübre olarak kullanmak üzere  gelip topluyorlarmış. Yine burada Nasca'da göreceğimiz şekillerin, bir benzerini görüyoruz. Limana döndükten sonra ‘’Ica’’ ya doğru yola çıkıyoruz.
ICA  bölgesi, geleneksel ‘’Pisko’’ konyağıyla meşhur. Pisko, Peru’nun milli içkisi olarak kabul ediliyor ve mart ayının ikinci haftasında
festivali bile var. Çok eski bir üretim yerini gezip bilgi alıyoruz. Ürettikleri içkilerin tanıtım ve tadımını yaptırıyorlar, beğendiklerinizi satın alabiliyorsunuz. Restoranda yemeğimizi yedikten sonra ‘’Huacachina’’ya gidiyoruz. Burası Çölün ortasında palmiyelerle çevrili bir göl, bir vaha. Kum tepelerde safari ve board yapanları da görebilirsiniz. Dolayısıyla, çok ziyaret edilen turistik bir yer ve hediyelik eşya alışverişlerinizi yapablirsiniz. Gölün etrafında bir tur attıktan sonra araçlarımıza binerek Nazca Lines Hotel’e yerleşiyoruz. Gördüğümde bana hiç yabancı gelmeyen bu otel, bölgede neredeyse tek ve filmlerde, belgesellerde sıklıkla yer alıyor. Bol bol resim çekerek anımızı ölümsüzleştiriyoruz. Akşam yemeği ve sabah erken kahvaltıdan sonra yolculuğumuzun asıl amaçlarından biri olan, Nazca çizgilerini görmek üzere küçük hava limanına gidiyoruz.

Burada UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde bulunan ve Yüzyıllar önce nasıl yapıldığına bir türlü akıl sır erdirelemeyen NAZCA Çizgileri yer alıyor. MÖ 200 ile MS 700 arasında tarihlendiriliyor. Biliyorsunuz uzaylıların yaptığı teorisi de hiç yabana atılır gibi değil. Nazcalıların mevsimleri, takvimi göstermek için yaptığı söyleniyor,  ama keşfi 1939 yılında gözlem uçuşu yapan Amerikalı arkeolog, Paul Kosok tarafından  oluyor.
Kosok, şekillerin resmini çekerek dünyayı bu geogliflerle tanıştırdı ve bilim dünyası o günden bugüne dev şekilleri ''kim, niye, nasıl çizdi'' nin yanıtını arıyor. Ama bizim meşhur Erich von Daniken, bu sırrı popülerleştirip çocukluk yıllarımda adeta benim de bu sırra vakıf olmamı sağlıyor.  Ne diyeyim, çizgileri gördüğümde ona da teşekkürlerimi iletiyorum. Şaka bir yana, astronota benzeyen figür, yüzyıllar öncesinde nasıl biliniyor da oraya çizilmiş. Sonuçta insanoğlunun aya gitmesi dünya tarihi açısından yeni sayılabilir. Neyse daha fazla kafamız karışmadan  10 kişilik uçağımıza binip dev örümcek, maymun, sinek kuşu, kondor( akbaba) ve sözünü ettiğim astronotu görmenin ve pilotun eğlenceli anlatımının keyfini çıkaralım.  Midesi bulanan kişi özelliğine sahipseniz uçağa binmeden bir bulantı ilacı almanızda fayda var. Hediyelik eşya dükkanından bu gizemli figürlerin olduğu şallardan almayı unutmayın. Zira en uygun fiyat burada...:))


Uçaktan sonra yola devam diyerek güneye doğru yol alıyoruz. Yerel bir restoranda öğle yemeğimizi yiyip akşam
saatlerinde ‘’Arequipa’’ya varıyoruz. 
Volkanik beyaz taşlar nedeniyle ‘’Beyaz Şehir’’ olarak da adlandırılan AREQUİPA’da 
‘’Libertador Hotel’’ de konaklıyoruz. Otelin bahçesine zaman ayırın ve 100 yaşındaki kaplumbağa ile resim çektirmeyi unutmayın. Sabah kahvaltının ardından  beyaz volkanik taşlarla 16. Yy. da yapılan ve 450 rahibeye ev sahipliği yapan Santa Katalina Manastırını  geziyoruz. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu tarihi şehirde Plaza de Armas Meydanı, Katedral ve La Compania Kilisesini görüyoruz. Peru’nun ticari ve sanayi açısından önemli bir kenti olan şehirde özellikle yüksek kalite yün, en önemli endüstri ürünü. And Dağlarının eteklerinde yetiştirilen sevimli lama, alpaka ve vikunyaların yününden yapılan dokumalar, tüm dünyada alıcı bulmakta. Alpaka tüyü çok bilinip kıymetli olsa da dünyanın en pahalı ve nadide dokumaları Vikunya yününden üretilmekte. Siz yine de lamaların güzelliğine ve sevimliliğine aldanıp çok yaklaşmayın. Zira, yüzünüzün ortasına kocaman bir tükürük yiyebilirsiniz...:)) Sevimli yerel kıyafetleriyle dolaşan satıcılardan hediyelik eşya alabilirsiniz. Kızılderili bebekler çok tatlı ben birkaç tane aldım açıkçası. Dondurmaları ve çikolataları meşhur.  Alışverişlerimizi de yaptıktan sonra ‘’Puno’’ ya hareket ediyoruz.

PUNO, 3800 metre yükseklikte, Peru’nu güneyinde ‘’TİTİCACA GÖLÜ’’NÜN kenarında kurulmuş, tarım ve hayvancılık için önemli bir bölge. Titicaca Gölü, Peru ve Bolivya arasında Güney Amerika’nın en büyük tatlı su gölü olup batı kıyısı Peru’ya, doğu kıyısı ise Bolivya’ya ait. Yolda 4400 metre yükseklikte ‘’Carmen Alto’’ gözlem noktasında harika manzaranın tadını çıkaracağız, ama otobüsten indiğimizde ayaklarımız birbirine dolaşıyor, başımız dönüyor. Anlaşılan o ki yükseklik basıncı bizi çarpıyor. Kızılderililer yaptıkları örgüleri takıları satıyorlar ama zor bela, bir iki resim
çekebildim. Puno’da yine Libertador Hotel’deyiz. Girişte bu yüksekliğin etkilerini giderici coca çayı makinası koymuşlar. Hatta otelde bir de oksijen odası varmış. ‘’Bize bir şey olmaz yaa‘’ havasında olanlar, patır patır dökülüp gece yarısı şiddetli başağrısıyla uyanıp oksijen odası arayan mı, bardak bardak coca çayı içen mi istersiniz, mide ilacı, bulantı ilacı arayan birbirine karıştı. Yani anlayacağınız, inatlaşmayın ve ilacınızı alın, için çayınızı. Cocanın adı sizi korkutmasın, bildiğiniz yeşil çaya benziyor. Ödem çözüyor. And dağlarının bir geleneği, yoksa insanlar o kadar yüksekte nasıl yaşasınlar. Ayrıca coca-colayla zaten bardak bardak içiyorsunuz.:) Kahvaltıdan sonra ise gölde, yerlilerin yaşadığı sazlardan yapılan yüzer
adalara gidiyoruz. Savaşçı İnkalardan korunmak için sazlardan yaptıkları adalarda yaşayan halk (Uroslar), geleneklerini korumakta, balıkçılık ve son yıllarda da turizmle geçimlerini sağlamaktalar. Çürüyen sazları tamir ederek adalarını yeniliyorlar. Son yıllarda elektrik de getirmişler. Buzdolabı ve çanak antenler gözümüze çarpıyor. Yaptıkları elişi hediyelik eşyaları satıyorlar. Sazlardan yaptıkları rüzgar gülleri, işleme yastıklar, kilimler, örgü bere, atkı ne isterseniz var.
Yanımda bulunan sakız, çikolata ve açılmamış şişe suyunu vererek  pazarlık yaptım ben. Sizde yaratıcılığınızı kullanın derim. Ne de olsa yüzyıllar öncesi alışveriş değiş-tokuş usulü yapılıyordu değil mi...?

Yine Puno bölgesinde  ayin yapan insanların kaybolduğuna ya da uzaylılar tarafından götürüldüğüne inanılan, rengi kırmızıya çalan kayalıklara da uğruyoruz. Günümüzde ise yogacıların enerjisini sevdiği yerlerden. Ben de o kayalara elimi koydum dua ettim. Bir diğer ritüel de oradaki taşları çocukluğumuzda kuka oyununda olduğu gibi üstüste diziyorsunuz.  Her bir taş sağlık, sevgi, para gibi sizin için önemli olan şeyleri simgeliyor.  Buradan sonra Peru gezimize ara verip Bolivya’ya geçeceğiz. (Bknz.  BOLİVYA gezimiz)
2 günlük Bolivya seyahatimizden sonra sınır geçişi yapıp Puno’daki otelimize geri dönüyoruz ve sabah kahvaltımızı yaparak İnka Krallığının başkenti‘’CUSCO’’ ya doğru yola çıkıyoruz.

Yolda Sillustani’ ye uğruyoruz. Tepede kümbet şeklinde mezar odaları ve kuleler var. Pek tabi ki mezar hırsızları burada da boş durmamış. Bu yapılara, herbir aile üyesini mumyalayarak koyuyorlarmış. Müzelerde gördüğümüz mumyalar dizlerden bükülü 2 kat halinde oturur haldeydiler. İşte bu kümbetlerde yanyana oturur halde, aile meclisi bir arada bulunuyor. Hatta özel günlerinde
mumya aile üyelerini de yanlarına alıyorlarmış. Tepede bizi çok güzel bir göl manzarası bekliyor. Yol boyunca yine alışveriş yapabileceğiniz standları bulacaksınız. Tabi çok hızlı olmak zorundasınız:))

Yola devam diyoruz ve yerel bir restoranda öğle yemeklerimizi aldıktan sonra ’’RAQCHİ’’köyünde ‘’ Viracocha Tapınağı’’nı ziyaret edeceğiz. Burası İnkalara ait, Cusco bölgesinde arkeolojik sit
alanındaki en önemli yapı. Silindir sütunları ve dört adet büyük avlusu olan devasa bir yapı olup günümüze 12 m. yüksekliği olan merkezi duvar kalmış. Çevresindeki yerleşim yerlerinde İnka döneminden kalan seramik imalathaneleri bulunmuş. Girişteki pazarda bu yöreye ait çömlekler satılıyor. Düşünün, taaa dünyanın öbür ucunda aldığım bu çömlek kapları, sağ salim eve getirmeyi başardım. Kuruyemiş koyarak değerlendiriyorum. Pazarda anneleri satış yapan iki küçük çocuktan biri meyve suyu içiyor, diğeri de yaşlı gözlerle, burnu akmış vaziyette ellerini ona uzatmış, dudaklar kıvrılmış vaziyette görünce, uzun yolculuk için yanımda bulundurduğum çikolata, gofret, sakızları ona uzattım. Yüzündeki mutluluğu anlatacak kelimele, henüz icad edilmedi diyebilirim. Diğerine de ayamuraca, inkaca bilmediğim için pandomimce, kalanını arkadaşıyla  paylaşmasını söyleyerek bir sakız verdim. Aslan payı kimin tahmin edersiniz...:))
Buradan sonra Cusco’ya 1 saat mesafedeki bakır madeni kasabası olan ‘’Andahuaylillas’’da 1580 yılında yapılmış Barok tarz kiliseyi ziyaret ediyoruz. Peru ve Bolivya’da İspanyol istilasında yerlileri Hristiyan yapmak için kiliseler yapılmış ama ikonalara baktığınızda Hz. Meryem’in saçları simsiyah örgülü, bebek İsa bile maşallah diyelim, siyah upuzun saçlı… Yine meşhur son yemek tablosundaki yiyecek, kızılderililerin pek sevdiği ‘’Ginepig’’ denen bir tür And Dağlarında yetişen, kobay faresi gibi evcil hayvan. Kuy, kuy diye ses çıkardığı için ''Cuy'' da (Kuy okunuyor) deniyor. İspanyollar, hristiyanlığı kabul etsinler diye ''bakın İsa’da, Meryem’de size benziyor '' dediler herhalde...:)) Yine köylerde istila dönemlerinde yapılmış kiliseler neredeyse yıkılmış. Bizim kızılderililer ‘’he, tamam’’
demişler, ama kendi geleneklerini orada uygulamışlar. Ama kent merkezlerinde Hristiyanlık daha yaygın.

Akşam üstü, tarihi kent CUSCO' (3416m.) ya varıyoruz ve ‘’Libertador Hotel Palacio del Inka’’ya yerleşiyoruz. Bu güzel otel de şehir gibi, UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne alınmış. O nedenle kendiniz mi yaparsınız, yoksa bir acente ile mi gelirsiniz, mutlaka bu otelde kalmaya çalışın. Ayrıca otelin girişinde o sevimli alpaga ve vikunyaların yünlerinden yapılmış giysilerin satıldığı, Peru’nun meşhur markası ‘’KUNA’’ mağazası bulunuyor. Otelde kalanlara indirim de yapıyorlar. Kaliteli ve makul fiyatları var.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra Cusco’ya 25 dakika uzaklıktaki tren istayonuna gidip birçok seyahat belgeseline konu olmuş, 3 saatlik meşhur ‘’MACHU PİCCHU’’ trenine biniyoruz. Efendim, tren yolculuğu pek keyifli; yemek, gösteri, defile yok yok... Üstelik yolda göreceğiniz And Dağları manzarası, nehir, İnka yoları ve hatta dünyaca ünlü, sarp kayalıklara gözlem için yapılan cam oteli de cabası…

Son durağa geldiğimizde UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunan MACHU PİCCHU’ya ulaşmak için tur aracımıza binerek, dağ yolları ve sarp kayalıklardan geçiyoruz. Veee en nihayetinde 2007 yılında ''Dünyanın Yeni Yedi Harikası'’ndan biri olarak seçilen ve bugüne
kadar çok iyi korunarak gelmiş İnka Antik kentindeyiz. Şehir, Cusco’ya 88 km. uzaklıkta ve And Dağlarının zirvesinde 2380 m. yükseklikte, Urubamba Vadisi üzerinde kurulmuş. Burası, İspanyollar tarafından yüzyıllaca keşfedilemeden saklanabilmeyi başarmış ve belki de bu nedenle zarar görmemiş. Benzeri olmayan konumu, mimarisi, inşasındaki dahilik, bu İnka  şehrini dünyanın sayılı harikalarından biri yapıyor. 200 den fazla merdiven sistemiyle birbirine bağlı olan taş yapılardan oluşmakta ve şehirdeki 3000 basamak bugün hala iyi konumda bulunuyor. 1450 yılında İnka kralı Pachacutec Yupanqui tarafından yaptırılmış. Ama maalesef  her şeyi icad eden İnkalar, bir yazı sistemi kuramamışlar.  Şehrin o yıllardaki adı bilinmediği için bulunduktan sonra yakınındaki dağ zirvesi olan, Machu Picchu’nun adı verilmiş. İçinde 50 nin üzerinde iskeletin olduğu mezar bulunmuş. Bugün kabul gören teori, İnka asil ve din adamlarına ev sahipliği yaptığıdır.
Kalıntılar, 1911 yılında Yale Üniversitesinin yaptığı ve 1536 yılında İspanyol istilacı Pizzario’dan kaçan İnkaların saklandığı ‘’Vicabamba'’yı ararken tesadüfen bulunmuş. Şehrin aslında 2 yıl öncesinden bulunduğu, ama ekibin başındaki Hiram Bingham’ın, şehrin altınlarını ABD’ye götürmek için zaman kazanmak istediği iddia edilmekte. Diğer bir iddia ise yerlilerin 1901 yılında zaten burayı bulduğu ve Bingham’ın keşfinin tesadüf olmadığıdır. Yine de burası, National Geographic Society’nin 1913 sayısını, Machu Picchu şehrine ithaf etmesiyle, tüm dünyada meşhur olmuş. 
İnca surlarının yanında bulunan restoran da yerel lezzetleri deneyimleyebilir, dönüş için treni beklerken  pazarında alışveriş yapabilirsiniz.

Ertesi günümüzü, Cusco gezimize ayırıyoruz. Aynı isimli eyaletin başkenti olan şehir, Andların ortasındaki konumu ile sahip olduğu doğal güzellikler ve Machu Picchu’ya çıkış noktası olması, İnka Krallığına ev sahipliği yapmasıyla dünyaca ünlü bir konuma gelmiş. Şehir turunda Güneş Tapınağı, 17. Yüzyıldan kalma kolonial barok tarzı katedral ve bölgeye halen su sağlayan kemeri, kırmızı kale Puca Pucara’yı ziyaret ediyoruz. Dini merkez olan ve olağanüstü İnka eserlerinden biri olan ‘’Kenko’’yu geziyoruz.

Cusco’ya kadar otobüsle yaptığımız geziyi, dönüşte uçak ile yaparak tekrar başkent LİMA’ya dönüyoruz. Otelimiz yine ilk gün geldiğimiz otel. Gece ise deniz üstündeki konumuyla çok gözde olan bir restoranda yemeğimizi yiyoruz.
 Peru, bin yıllar boyunca Pre- İnka kültürüne sahip bir ülke olup ilk yerleşimciler, MÖ 20.000 İLE 10.000 arasında bu bölgeye gelmişler ve tarım-hayvancılıkla uğraşmışlar. Ama İnka Krallığı 1200 civarında oluşmuş. 1532 yılında ise İspanyollar gelip tüm krallığı istila ederek İspanya adına, Peru Valiliği’ni kurmuşlar. 1821 yılında ise Jose de San Martin ve Simon Bolivar öncülüğünde İspanyollardan kurtarılmış. Ama isyanlar ve iç savaşlar, gelişimine engel olmuş. Peru ve Bolivya özellikle Şili’den çok çekmişler ve Şili’ye karşı işbirliği kararı almışlar. Hatta Şili biberi denilmesine de çok bozuluyorlar. Hem Peru hem de Boliya ‘da yollarda küçük kulübeler  gördük. Ben ilkönce hayvanlar için yollarda barınak yapıldığını düşündüysem de yolda kaza geçirip ölen yakınlarının ruhu için yapıyorlarmış. Önlerine çiçek, yiyecek gibi şeyler koyuyorlar. 
Kahvaltıdan sonra Krallar şehrini geziyoruz. Lima;  tarihi şehir, modern Miraflores ve koruma altına alınan kolonyal tarz evlerin olduğu Barranco ile And Dağlarından gelen yerlilerin yerleştiği Barriada denilen gecekondu semtlerinden oluşuyor. 
UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan tarihi merkezde kolonial yapılar bulunuyor.Şehrin en önemli meydanı, Plaza Mayor da hükümet sarayı, belediye binası ve katedrali geziyoruz. San Fransisco manastırını ve burada bulunan antik mezarları ziyaret ediyoruz. Meydanın ortasında Antonio de Rivas tarafından bronzdan yapılmış anıtsal bir çeşme bulunuyor.  Üzerinde İspanyol kraliyet armaları var. Peru’nun fethini tamamlayan Pizzario, bu meydanda 1541 de Martin Bilbao tarafından öldürülmüş. Lahdi, Katedralin içine konmuş. Katedralin ağaç ve fildişi işçilikleri göz alıcı. Hükümet binasının yan tarafında bulunan Endülüs esintili ahşap cumbalarıyla dikkat çeken Aliaga Evi, Pizzarionun en yakın dostu, Jeronimo de Aliaga tarafından yaptırılmış. Kendisinin,  Endülüslü müslüman olduğu söyleniyor.  Lima’yı İspanyollardan kurtaran Arjantinli General, Jose de San Martin’in mermerden heykelinin bulunduğu San Martin Meydanı, başkentin en önemli ikinci meydanı. Küçük hediyelik alışverişler ve yemek için uğradığımız alışveriş merkezinde ünlü Kuna mağazasını da bulduk.

Lima ve Peru’da yemek konusunda sıkıntı çekmedik. Zaten biliyorsunuz, Peru mutfağı son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yükselen bir trend. Ünlü ceviche, (çiğ balık salatası gibi başlangıç yemeği) trileçe, krem karamel, sütlaç, kinoasına aşinayız. Çeşit çeşit patatesleri, mısırları, muz cipsi harika. Baharatlı mısır taneleri yemek öncesi ikramlık olarak veriliyor. Ben ''Cuy'' yemedim, balık tercih ettim ama yiyenler tavşan etine benzettiler. Milli içecek olarak Pisco sour ve inka cola çok meşhur.  Kahve çok tüketiliyor. Yine dünyaca meşhur tatlıları ‘’churros’’ tan da bahsetmeden geçmek olmaz. Bizim  halka ya da tulumba tatlısının uzun ve şerbetsiz halini, şeker tarçın ya da çikolataya batırarak yiyorlar. Japon ve Çin mutfağından da etkilenmişler.
Son gün, şehir gezimizde bir marketten alışveriş yaparak çeşit çeşit baharatlı mısır, patates, muz cipsleri, churros, kahve ve kakao alıyoruz ve bu yiyecekler eşliğinde seyahatimizin keyfini dönüşte bir süre daha sürdürüyoruz...
Hayal tadında geçen gezimiz, çok güzel ve çok yoğundu. Uzun ve dopdolu olan programımız bizi çok yorsa da anılarımızda bu değişik ve hüzünlü toprakların güzelliğini hep yaşayacağımızı biliyor, bu ülkelere karşı sevgi ve farkındalığımızı hep koruyacağımıza yürekten inanıyorum…!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rumeli Kavağı'nda Balıkçı Kahraman

Şubat, mart aylarında soğuk sularda yağlanıp, iyice lezzetlenen kalkanlar sonunda balık tezgahlarını şenlendirdi. İstanbul’da en güzel kalkanı yiyebileceğiniz adreslerden biri, belki de birincisi Balıkçı Kahraman…Vedat Milor pirimizin dediği gibi, kalkanı bütün şekilde tandır yaparak pişiren balıkçılar için, İspanya’nın Bask bölgesine gitmenize gerek yok, Kahraman hemen yanı başınızda, Sarıyer, Rumeli Kavağı’nda… Kahraman işin mutfağında piştikten sonra1996 yılında açtığı bu yerde, kendisi gibi tüm çalışanları da Trabzonlu. Aile gelenekleriyle, dededen ve babadan öğrendiği yöntemlerle, deniz ürünlerini muhteşem pişirerek bizlerle paylaşıyor! Nisan başı bizde aile ritüelimizi gerçekleştirmek üzere Kahraman’dayız. Masaya gelen her şey çok lezzetli, soğanlı domates salatası tam da hatırladığımız gibi, yedikçe yiyesiniz geliyor. Lüks diyebileceğimiz restoranlarda yediğimiz dondurulmuş kalamarlardan sonra, burada hem tavasını, hem de ızgarasını yemek ayrı bir keyif. Yine balık

Mükellef Karaköy: Sarımsaksız Meyhane Konsepti

Mükellef Karaköy, ünlü TV şefi Arda Türkmen'in Karaköy'deki meyhane konseptli restoranı. Restoran bir otelin en üst katında konumlanmış, tahmin edebileceğiniz üzere çok güzel bir tarihi yarımada ve boğaz manzarasına sahip. Zevkli bir şekilde döşenmiş, ışıklandırma yeterli, çoğunluğu bembeyaz masa örtüleriyle kaplı masalarda oturma düzeni sıkışık da olsa rahat, ferah bir mekan. Ancak mekan ile ilgili iç mimarın hak ettiği bu övgüleri ne yazık ki aşçıya yönlendiremeyeceğim. Arda Türkmen bir şekilde meyhane mezelerini sarımsaksız yapmanın iyi bir fikir olduğuna inanmış. Yediğimiz her şeyin tadında bir eksiklik, bir ruhsuzluk var acaba nedir diye düşünürken, en önemli sebep olarak bunu saptadım. Belki karşısındakine kokma endişesiyle sosyal bir akşam yemeği deneyimlemek isteyen gruplar için iyi bir seçenek olabilir ama bana sorarsanız hem konsepti meyhane yapıp hem bu endişeyle hareket etmek oldukça saçma ve yersiz. Mekanda gerçekten mezeden çok rakı çeşidi var. Aklınıza g

İskoç Viskisi: Anlıyormuş Gibi Yapmak için Bilmeniz Gerekenler

Yakın zamanda üniversitemin mezunlar derneğinden sertifikalı viski tadım kursu konulu bir e-posta aldım. Konuya ilgi olduğunu varsayıp İskoç viskisi ile ilgili teorik değil ama 3.5 senedir Birleşik Krallık'ta Edinburgh isimli İskoç Pub'una 200m uzaklıkta yaşamanın ve Edinburgh ziyaretlerimin sonucunda edindiğim pratik bilgileri paylaşmaya karar verdim. Bu yazının sonunda ne yazık ki size sertifika vaad edemiyorum ancak anlıyormuş gibi yapmanızı sağlayacak bir takım temel bilgileri vaad ediyorum.  Single Malt İskoç viskisi genellikle tek bir malt'tan (genellikle arpa maltı) ve tek bir damıtım evinde (distillery) üretilmiştir. Harmanlanmış (blended) İskoç viskileri (Ballantine's, Bell's, Chivas Regal, Famous Grouse, Teacher's gibi) içimi daha kolay olduğu için dünyada daha popüler olsa da Single Malt'lar Scotch Whisky (İskoç viskisi whisky diye yazılır, whiskey öteki viskiler için kullanılır) denilince ilk akla gelenlerdir. Single Malt'ların rengi